Hemen belirteyim ki bu yazı 1980’lerin başından itibaren, ekonomi eğitimi görmüş bir gazeteci olarak Türkiye ekonomisini ve dünya ekonomisini yakından izleyen birinin bu zor soruya cevap ararken kafasından geçenlerin bir özeti.
Bu 44 yılda “ben ekonomistim” diye ortaya çıkıp siyasete atılan ve burnundan kıl aldırmayanların marifetiyle çok sayıda kriz yaşandı Türkiye ekonomisinde. Aktif gazetecilik yaptığım yıllarda, göz göre göre krize sürüklendiğimiz dönemlerde kitaplar yazdım, aklım sıra uyarı görevi yapmak için.
Son olarak 2017 yılının sonbaharında, ekonomiyi hızlı büyütme hummasına yakalanan Erdoğan yönetiminin ekonomiyi büyük bir çıkmaza sürükleyeceğini anlayınca Dünya gazetesindeki köşemde 100’ün üstünde yazı yazdım bu konuda. O günden bugünlere nasıl gelindiğini gayet iyi biliyoruz.
Son dönemde yaşananlara bakınca şunu daha iyi anladım. Türkiye’de ekonomi denince herkes başka bir şey anlıyor ve buna göre fikir yürütüyor. Ben de yazının başlığındaki soruya cevap ararken aklıma gelen seçenekleri sıraladım.
Yandaş ekonomisi yaratıldı
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin(AKP) ilk iktidar döneminde ekonomideki icraatını ben de takdir etmiştim. Ancak 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi sonrasında iktidarını tamamen “biz ve onlar” anlayışına dayandıran bir AKP ve Erdoğan çıktı karşımıza. AKP ekonomide de öncelikle güvendiği yandaşları gözeten uygulamalara yöneldi. Büyük devlet ihaleleri, kur garantili köprü – baraj projeleri hep yandaşlığına güvenilen firmalara kullandırıldı. Bu firmalar gözetildi ve hızla büyüdü. Devlet kaynakları onların kazanması için seferber edilmiş oldu.
Düşük faizle büyüme desteklendi
Sayın Erdoğan’ın kendinden menkul faiz teorisi TCMerkez Bankası’nın, dünyanın önde gelen merkez bankalarının faiz artırmak gereğini duyduğu ortamda politika fazini aşağı çekmesine yol açtı, enflasyonu azdırdı ve devlet bankaları düşük faizle yandaş firmaları destekleme politikasına alet edildi. Bunun devlete maliyeti tırmandı.
Enflasyon tüketim ekonomisini azdırdı
Enflasyon kontroldan çıktıktan sonra döviz kurları da bundan nasibini aldı ve halkımız yeni zamlar devreye girmeden ihtiyacından fazlasını almaya koşullandı. Bu talep patlaması satıcıları müşterinin gözüne bakarak fiyat belirlemeye yöneltti.
Seçim ekonomisi süreklilik kazandı
2023 ve 2024 yıllarında önce Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinin ardından yerel seçimlerin gündemde olması AKP iktidarına seçmene ulufe dağıtma, cömert ücret ve maaş artışlarına yönelme olanağını verdi. Süreklilik kazanan seçim ekonomisi de enflasyonu azdırdı.
Akılcı ekonomiye çok geç geçildi
Erdoğan yönetimi bütün bunları “başardıktan” sonra ekonominin iflasa doğru gittiğini nihayet anlayarak Mehmet Şimşek’i göreve çağırma gereğini duydu. Mehmet Şimşek “akılcı politikalara dönüş” güvencesi alarak göreve başladı.
Mehmet Şimşek ve yeni TCMerkez Bankası yönetiminin attığı ilk adımlar Türkiye’nin nihayet doğru yola girdiği izlenimini yaratınca Fitch Ratings’in verdiği n olumlu tepki de Türkiye’nin dış kaynak bulma umudunu artırdı.
Erdoğan yönetimi ekonomiyi siyasete alet ederek iflasın eşiğine getirdi ve bizi enflasyon tuzağına düşürdü bir kez daha. Umarım yeni tuzaklara düşmeden doğru yolu, akılcı ekonomiyi bulabiliriz.