Türkiye’ye Doğu Akdeniz gerilimi nedeniyle yaptırım koyulup koyulmayacağının tartışıldığı aralık AB zirvesinde, konunun “mart ayına bırakılmasına” karar verilmişti; “ABD’yle de koordine edilecek” notuyla birlikte.
Joe Biden’ın başkanlık koltuğuna oturmasından sonra o “koordinasyon” gerçekleşti. Ve ne yazık ki Türkiye’ye kötü haber çıktı.
Biden’ın AB liderleri ile göreve başlama tebrik konuşmalarının ardından, ABD ile AB arasındaki koordinasyon resmen ABD Başkanı’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ile Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula Von Der Leyen’in Kabine şefi Bjoern Seibert arasında gerçekleşti.
Bu görüşmenin ardından yayınlanan bildiride, AB ve ABD’nin işbirliği yapacağı alanların dışında, bir de “ortak endişe kaynaklarına” yer verildi. Ve Türkiye - Çin ile birlikte - ABD-AB koordinasyonundan çıkan “endişe edilecekler listesi” içine giriverdi.
Türkiye’nin neden “ortak endişe unsuru” olduğu bildiride yok. Ancak tahmin etmek zor değil;
İnsan hakları ihlallerinden, bağımsız yargının giderek silikleşmesine, AK parti iktidarının Rusya’dan S-400 füzeleri almasından, Ankara’nın dış politikasında diplomasiden çok askeri yöntemlere yer vermesine kadar bir çok unsur olabilir bu “endişenin” kaynağı.
İşin ilginci AK Parti hükümetinden bu konuda hiçbir tepki gelmemesi; Ne ABD, ne de AB Büyükelçisi Dışişleri’ne davet edilip, “Türkiye gibi müttefik bir ülkenin ortak açıklamanızda Çin’le birlikte ne işi var” diye sorulmadı bile.
Belli ki Ankara da kabullenmiş Batı’nın “endişe kaynağı” olma statüsünü.
Ancak bu “endişeler” giderilemezse, beraberinde “karşı aksiyonu” da getirir ki, işte o zaten ekonomik krizle boğuşan, dış politikasında yayılmanın sonuna gelmiş, sıkışmış durumdaki Türkiye’yi çok zorlayabilir.
Nitekim bunun ilk örnekleri de görülmeye başlandı; Ege’de Türkiye’yle anlaşmazlıklarında her geçen gün kendi cephesini büyüten Yunanistan’ın son dönemde ABD ile adeta ışık hızında arttırdığı savunma işbirliği bunun örneği;
Girit’teki deniz üssünden sonra, Türkiye’ye sadece 30 km uzakta ve Lozan antlaşmasına göre askersiz bölge olması zorunlu olan Dedeağaç’ı da askeri üs haline getirme izni verildi ABD ordusuna.
Atina hükümeti bir yandan savunma bütçesini bir önceki yıla göre 5 kat arttırırken, diğer yandan bulabildiği her türlü askeri uçak, silah, mühimmatı almakla meşgul. Fransa’dan Rafael savaş uçakları -füzeleriyle beraber - almak için anlaşma imzalayan Yunanistan, Türkiye’nin - parasını verip de alamadığı- F-35 uçaklarını satın almaya da çok yakın.
Bitmedi;
ABD bir yandan da Türkiye’nin resmen tanımadığı Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne askeri yığınak yapıyor. Rumlara yönelik silah ambargosunun kaldırılması da, ABD-Güney Kıbrıs arasında imzalanan “güvenlik merkezi kurulması anlaşması” da, ABD yönetiminin
Doğu Akdeniz ve Ege anlaşmazlığında safını “Rum-Yunan” ikilisinden yana çevirdiğini somut olarak ortaya koyuyor.
Dost acı söyler; İngiliz Büyükelçi’den Rusya uyarısı
ABD ve AB son dönemde Türkiye’ye yönelik tutumlarını giderek sertleştirirken, Batı’da “orta yolu bulmaya” çalışan az sayıda ülkeden biri ise İngiltere.
Ancak İngiltere bile, “dost acı söyler” kıvamında Türkiye’yi uyarmaya başladı bile.
İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Dominick Chillcott geçen hafta Diplomasi Muhabirleri Derneği (DMD) üyelerinin sorularını yanıtlarken, mesajı tek cümlede özetledi; “Umarız Türkiye, gelecekte NATO müttefikleriyle savunma sanayi işbirliğine girer, Rusya’yla değil.”
İngiltere’nin Türkiye ile bu alanda işbirliğine istekli olduğunu da söyleyen İngiliz Büyükelçisi, buna örnek olarak F-16 savaş uçaklarının yerini alacak TFX jet projesini gösterdi. “İngiliz Hükümeti, Rolls-Royce’un bu projede Türk ortaklarla birlikte motorların dizayn edilmesi ve üretilmesi için çalışan şirket olmasını umuyor” diyen Chilcott, son derece diplomatik bir üslupla, bu işbirliğinin bile “Batı’nın Türkiye endişesine” takılabileceği mesajı verdi. İngiltere Büyükelçisi, Amerikalı şirketlerle işbirliği yapan, ABD’de temsilcilikleri bulunan İngiliz şirketlerinin, Türkiye’ye uygulanan CAATSA yaptırımlarından “tedirginlik duyabileceklerini” de kayıtlara geçirdi.
Kapsamlı ticaret anlaşması imzalanmadı çünkü...
İngiltere Büyükelçisi Chilcott’un açıklamalarında bir başka dostça uyarı mesajı da, ticaret anlaşması konusundaki sözlerinde gizli;
Brexit sonrasında Türkiye ile İngiltere ikili ticaretin durmaması için bir anlaşma imzalamışlardı. Bu anlaşma, özellikle İngiliz basını tarafından Türkiye’nin “insan haklarını gözetmemesi ve demokrasiden uzaklaşması” gerekçeleriyle çok sert ifadelerle eleştirilmişti.
Nitekim İngiliz Büyükelçi de, eleştirilen o anlaşmanın “kapsamlı bir anlaşma olmadığını” vurgulama ihtiyacı hissetti;
“Bu kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması değil, bizim kapsamlı serbest ticaret anlaşmalarında yer vereceğimiz birçok maddeyi içermiyor” diyen Chilcott, yer verilmeyen o maddeleri ise, “çalışanların hakları, çevre ile ilgili hassasiyetler ve insan haklarıyla ilgili meseleler” olarak sıraladı.
Tüm bu gelişmeler/mesajlar, Türkiye’nin uluslararası alanda sıkıntılı bir döneme girdiğini net şekilde ortaya koyuyor. Bundan çıkmanın yolu öncelikle demokrasinin iyileştirilmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması, bağımsız yargı alanında adımlar geçiyor.
Mevcut iktidar koalisyonu açısından hem zor, hem sıkıntılı konular...