Türk vergi mükelleflerinin dünya refahının artışına olan katkısı

Caner SAMANCI

Hazine ve Maliye Bakanlığı Vergi Müfettişi

Mal ve sermaye hareketlerinin dünya genelinde büyük ölçüde serbest olması uluslararası ticareti yerel fiyat oluşumunda dahi söz sahibi hale getirmiştir. Öyle ki ulaşım alternatiflerinin artmasıyla küçük birim fiyat avantajları ile dahi dünyanın herhangi bir yerinden emtia/ürün temini mümkün hale gelebilmekte veya merkez bankalarının (risk priminden ari) görece yüksek reel faiz uygulamalarına dolaşımda olan maksimum kar arayışındaki sermaye anında cevap vermektedir.

Havayolu ve tarım sektörleri özelinde bakacak olursak; uçak, petrol, konma konaklama, yer hizmetleri, sermaye maliyeti vd maliyet unsurlarının sektördeki tüm firmalar için aynı olması ve tam rekabet koşullarının sonucu olarak; benzer güzergah için bilet fiyatları belirli bir fiyatın altında veya üstünde tutulamamaktadır. Müşteri talepleri doğrultusunda sunulan ek hizmetlerin fiyat yansımalarını bir kenara bırakacak olursak oluşan bu marjın altında yapılan fiyatlamalar, yapılan indirim oranında müşterilerin seyahatlerine firmaların farklı saiklerle bir nevi sponsor olması anlamına gelmektedir.

Aynı şekilde tarımda insan gücüne olan ihtiyacın azalmasına ilave olarak traktör, motorin, gübre, tohum maliyetlerinin aynı olması ve hatta kahve, mısır, buğday vd. ürünlere ait senetlerin Londra borsasında el değiştiriyor olması iklim, sulama, verimlilik gibi unsurlar ihmal edildiğinde hem maliyet hem de satış fiyatı yönünden karlılığın ne kadar düşük bir marj içine sıkıştığını açıkça göstermektedir.

Tam da bu noktada, dünya genelinde nihai ürünler için oluşan fiyat farklılıklarının sebeplerini irdeleme gereği ortaya çıkmaktadır. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde değineceğimiz uygulanan para ve maliye politikalarının etkileri bir yana, üretim planlaması yaparken maliyet hesaplamalarında karbon ayak izi ve su ayak izi kavramlarının ehemmiyetine de değinmek gerekmektedir.

Bu da aslında bugün sağlanan maliyet avantajlarından ‘gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılama yeteneğinden ödün vermek pahasına bugünün ihtiyaçlarını karşılamak’ olarak tanımlanan ‘sürdürülebilirlik’ kavramının da bugünden dikkate alınmasını gerekli kılmaktadır.

Son dönemde Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısındaki değer kaybının öncü etkisiyle ihracatta üst üste tarihi rekorlar kırmaktayız. Özellikle keskin kur hareketlerinin yaşandığı 2021/Ekim ayından itibaren gerçekleşen dış ticaret rakamlarına baktığımızda ihracatta hem bir önceki aya göre hem de geçmiş yılların aynı aylarına göre önemli artışlar gözlemlenmektedir.

Türk Lirası’nın değer kaybı sonucunu doğuran veya ‘rekabetçi kur’ amacına yönelik atılan para politikası adımları ile yurtiçi pazarda olan ürünlerin yurtdışı pazarlarında ‘ucuz’ kalmasında maliye politikalarının da rolü bulunmaktadır.

Öyle ki son 1,5 2 senelik dönemde firmaları finansal olarak rahatlatmak adına sağlanan negatif reel faizli ucuz krediler, istihdamın artırılmasına yönelik sağlanan sosyal güvenlik prim destekleri, enflasyonla mücadele kapsamında temel ürünlerin fiyatlarının baskılanmasına yönelik kamu sübvansiyonları, kalkınma ve büyümenin desteklenmesi adına sağlanan yatırım teşvikleri, kurumların sermaye yapısını güçlendirmek adına tanınan vergi istisnaları, son dönemde asgari ücretlilerle basit usule tabi mükelleflere sağlanan vergi muafiyeti ve katma değer vergisinde farklı ürün ve sektörlere tanınan vergi oran indirimleri; döviz kurundaki son 2 yılda yaşanan istikrarlı ve son 3 4 aydaki radikal artışların üretim maliyetlerine ve dolayısıyla fiyatlara olan etkisini (yüksek enflasyon oranlarına rağmen) sınırlı bırakmıştır. 

Bunu da, aşağıda tablo olarak yer verilen TÜİK ve Ticaret Bakanlığı tarafından yayımlanan rakamlara baktığımızda ÜFE ile TÜFE arasındaki ve ihracatın ithalatı karşılama oranı ve/veya dış ticaret dengesindeki makasın artan eğimli artışından rahatlıkla anlayabilmekteyiz.

ÜFE ile Tüfe arasındaki farkın son 6 ayda 5 kat ve dış ticaret açığının geçen yıla göre son 3 ayda yine 5 kat arttığı görülmektedir. Artan üretim maliyetlerine rağmen tüketici fiyatlarının görece daha az artış göstermesi veya artan ihracat rakamlarına rağmen ithalata daha fazla ödeme yapmamız bu politikaların öngörülen/öngörülmesi beklenen doğal sonuçlarıdır.

Dış ticaretin serbestleşmesinin taraf ülkelerde refahı artıracağı düşüncesi 18. yy’de Adam Smith’in Mutlak Üstünlükler Teorisi ile birlikte tartışılagelen bir konudur. Akabinde ortaya çıkan geleneksel ve yenilikçi dış ticaret kuramları ile bu düşünce geliştirilmiş, her ülkenin vatandaşları ürünlerinin birbirine satışı nedeniyle kar sağlamak suretiyle toplam faydanın artacağı üzerinde durulmuştur.

Yukarıda verdiğimiz Türkiye örneğinde ise hem yurtiçi fiyat endekslerinden hem de dış ticaret rakamlarından yola çıkarak serbest piyasa koşullarında ve döviz bazında üretim maliyetlerinin altında fiyatlama yapıldığı görülmektedir.

İşletmelerin bu sistem içerisinde ayakta kalmalarında ise yine yukarıda değindiğimiz farklı sektörlerde ve farklı üretim aşamalarında gerçekleştirilen kamu teşviklerinin/sübvansiyonlarının rolü büyüktür. Hal böyle iken;  Hazine’yi vergileri ile finanse eden Türk vergi mükellefleri; yurtiçi piyasada ucuz kalan ürünlerin ihraç edilmesiyle yurtdışı tüketicilere refah transfer eder konuma gelmiştir.

Tüm yazılarını göster