Türk tarımına 50 yıllık gelişimine bir bakış (1974-2024)

Hamdi İşcan

Ziraat Yüksek Mühendisi

Bu yıl, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nden mezun oluşumun 50. yılı. 1974 yılında mezun olup mesleğe atıldığım günden bugüne tam 50 yıl geçti. 25 yılı kamuda, 23 yılı da özel sektörde geçen çalışma hayatımda izlenimlerimi dönemsel olarak aktarmak istiyorum. Bunlar;

a) 1974-1980 (Yetmişler Dönemi)

b) 1980-1990 (Seksenler Dönemi)

c) 1990-2000 (Doksanlar Dönemi)

d) 2000 ve sonrası dönem ( 2 binler Dönemi)

a) 1974-1980 (Yetmişler Dönemi)

1974 yılında Tarım Bakanlığı’nda göreve başladığım zaman, ülkemiz kendine yeterli yedi ülkeden biriydi. Nüfusumuz 38 milyon 860 bin kişiydi. 1. sınıf ekmeklik buğday 123 kuruş ve üretimimiz 11 milyon tondu. Destekleme alımı yapılan ürün sayısı 30’du. Meslek hayatımın kamuda geçen bölümü, 3 il ve bağlı 400’e yakın köy ve belde de çiftçilere hizmet etmekle geçti. Kırsal kesimde, hemen hemen her çiftçi işletmesinde 3-5 adet sığır veya 5-10 tane koyun bulunurdu. Dişi hayvanlardan sağılan sütler ile doğan erkek hayvanların besiye alınıp satılmasıyla sağlanan gelir işletmelere yan gelir olurdu. Köylerde çiftçilerin yeterli sayıda traktör ve ekipmanları yoktu. Birçok orman köyünde hiç traktörün bulunmadığını, öküzlerle tarlanın sürüldüğünü gördüm. Büyükbaş ve küçükbaş hayvan işletmeleri aile işletmeleri halindeydi, profesyonel olarak üretim yapan büyük işletme yoktu. Açık besi hayvancılığı ile silaj yemi bilinmiyordu. Yetmişler Dönemindeki izlenimlerimden biri de staj döneminde gördüğüm 1973 yılında Bursa’da şeftali bahçelerinin ve 1.sınıf tarım arazilerinin adeta talan edilircesine konut alanına çevrilmesidir. O yıllarda Bursa’da açılan Tofaş ve Renault otomobil fabrikaları ile tekstil fabrikalarının açılmasıyla tarım alanlarının amaç dışı kullanılması başlamış oldu.

b) 1980-1990 (Seksenler Dönemi)

Ülkemiz 24.Ocak.1980 kararlarıyla Serbest Piyasa Ekonomisine Geçiş Programı’na geçti. Dışa açılma ve borçlanma özendirildi. İlk kez ithal tarım ürünlerini market raflarında gördük. O zamanlar Yunanistan’dan salça ithalini çok yadırgamıştım. Tüketici ithal salça gibi ithal muzla da tanıştı. Canlı hayvan ihracatı başladı. Tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırıldı. 24.Ocak.1984 tarihinde destekleme alımı yapılan ürün sayısı 10’a düşürüldü. 1985 yılından itibaren gübre hariç sübvansiyonlar kaldırıldı. Çayda Çay-Kur’un, tütün ve alkollü içeceklerde Tekel’in tekelliği kaldırıldı. Ziraat İşleri Genel Müdürlüğü, Zirai Mücadele ve Karantina İşleri Genel Müdürlüğü, Toprak Su İşleri Genel Müdürlüğü, Su Ürünleri İşleri Genel Müdürlüğü, Gıda Kalite Kontrol Veteriner İşleri Genel Müdürlüğü, Kooperatifler İl Müdürlüğü ve Toprak İskân Müdürlüğü kapatıldı. Müdürlükler birleştirilerek illerde tek bir Tarım Müdürlüğü oluşturuldu. Fındık, çay ve tütün üretim alanlarında kısıtlamaya gidildi. 1987 yılında başlamak üzere zirai ilaç, süt teşviki ve karma yem destekleri başlatıldı. 2001 yılında da bu desteklere son verildi.

b) 1990-2000 (Doksanlar Dönemi)

 Doksanlar dönemi küresel politikaların tarım üzerindeki etkilerinin arttığı bir dönemdir. Nitekim bu dönemde tarımsal desteklerin bütçe açığı yarattığı gerekçesiyle destek kaynakları daha da azaltıldı. Tarım alanlarının tarım dışı amaçla kullanılmasının önlenmesiyle ilgili yasal düzenlemeler yapılmadığından talan sürdü, üstün verimli sulanan yaklaşık 1 milyon hektar arazi betonlaştı. Talan, en çok Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaştı. 1992 yılında Süleyman Demirel’in Sakarya’da Toyota Otomobil Fabrikası’nın temel atma töreninde “Patates değil, otomobil satacağız” diyerek temel attığını hatırlıyorum.1992 de biten Atatürk Barajı’nın enerji üniteleri tamamlandığı halde sulama projeleri hala tamamlanamadı. 

b) 2000 ve Sonrası Dönem (İki binler Dönemi)

2000 yılından sonra ülkemizdeki tüm çiftçiler Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) geçirildi. Doğrudan Gelir Desteği (DGD) uygulaması başlatıldı. Gübre desteklemelerine 2001 yılında son verildi. Et Balık, Süt Endüstrisi Kurumu, Türkiye Şeker Fabrikaları AŞ, Tekel gibi kamu kuruluşları özelleştirildi. Tekel’in 1,7 milyar dolara İngilizlere satılması tütüncülüğümüze çok ağır zarar verdi. Doğrudan Gelir Desteği (DGD) Uygulaması’na son verilerek Alan ve Ürün Bazlı Destekleme sistemine geçildi. 2006 yılında Tarım Kanunu ve Tohumculuk Kanunu yürürlüğe girdi. Tohumculuk kanunuyla, çiftçilerin ürettikleri tohumları satmalarına engel getirildi. Tarım kanunuyla, çiftçilere gayri safi milli hasılanın %1 in altında destekleme yapılamayacağı kanun maddesi olarak belirtildiği halde kanunun bu maddesi bugüne kadar hiç uygulanmadı. Çiftçilere verilen destek % 1 in altında kaldı.2020 yılında dünyada ve ülkemizde yayılan ve binlerce insanın ölümüne neden olan COVID-19 salgını herkese gıda ve sağlığın ne derece önemli olduğunu hatırlattı. 

2024’e geldiğimizde bitkisel üretimin genel durumu;

Bugün buğday ve ayçiçeği yağını Rusya ve Ukrayna’dan, mercimeği, Kanada’dan, pirinci Amerika’dan alır hale geldik. Bunun yanında tükettiğimiz kuru soğan, kuru fasulye, pamuk, soya, susam, sarımsak, bakla, ceviz, badem ve çayı ithal ediyoruz. Yem hammaddelerinin %50’si ithal. Dolar arttıkça yem fiyatları da artmaktadır. Seracılık ve meyvecilik güzel gelişme gösterdi. Fındık, kiraz, incir, kaysı ve ayva üretiminde dünyada 1’inciyiz, ancak iyi pazarlayamıyoruz. Hatay’da 1 Kg limonunu 1 TL’ye satamayan üreticinin limonu marketlerde 15 TL’ye tüketiciye satıldı. Bitkisel üretimde giderler (Mazot, gübre, ilaç, işçilik vb.) olağanüstü arttığından çiftçi arazisini ekemez hale geldi. 

2024’e geldiğimizde Hayvansal Üretimin Genel Durumu;

Ülkemizde, et fiyatlarının yükselmesi ve kuraklık nedeniyle 2010 yılında başlayan canlı hayvan ithalatı bu zamana kadar sürdü, ithalat karkas et ve lop et olarak da yapıldı. Bugüne kadar et ithalatına 11 milyar dolar civarında döviz harcandığı ifade ediliyor. Ülkemize gebe düve ithalatı da yapılmakta. 2010 yılından beri ithalata harcadığımız dövizin 1/10 üreticiye destek olarak verilseydi bu duruma düşmezdik diye düşünüyorum. En az yatırım ile istihdam sağlanan hayvancılık faaliyetleri artık zenginin yapabileceği bir sektör haline geldi. Ahır, ağıl inşaat maliyetleri, damızlık büyükbaş ve küçükbaş fiyatları, besi materyalleri, işletme giderleri, elektrik ve ilaç giderlerinde beklenilmeyen artışlar oldu. İnternette yaptığım araştırmada, EBK’nun 1968-1971 yılları içinde ihracat yaptığını öğrendim. Dana karkas et kg fiyatı ortalama 375 TL, kuzu karkas et Kg fiyatı 425 TL oldu. Kanatlı sektörü(et-yumurta), arıcılık, tarla balıkçılığı ve kafes balıkçılığı güzel gelişme gösterdi. Kırmızı et sektörü aynı gelişmeyi gösteremedi. 

 2024’e geldiğimizde kırsal kesimin genel durumu

1990-1991 eğitim yılında taşımalı sisteme geçildiğinden köy okulları birer birer kapandı. Üretim şartı olmadan çiftçiye verilen “Doğrudan Maddi Destek” uygulaması çiftçiyi köyden şehire göç etmeye teşvik etti. Çiftçinin ürününün para etmeyişi, daha iyi bir yaşam ve çocuklarına daha iyi bir eğitim sağlama isteği göçü hızlandırdı. Köyler boşaldı, ortalama çiftçi yaşı 55 oldu. Hayvancılık işletmeleri çoban bulamayınca çareyi Suriyeli ve Afganları çalıştırmakta buldu. 2012 yılında Büyükşehir yasası değiştirilerek 30 İlde, 16 bin 220 köy mahalleye dönüştürüldü. Köyler mahalle yapıldı.34 bin 434 olan köy sayısı 18 bin 214’e düştü.1053 belde mahalleye dönüştürüldü, meralar belediyelere geçti. 2000 yılında nüfusun %36’sı kırsal alanda yaşıyordu. Bugün %6-7’si yaşıyor. 

Sonuç;

Atatürk 1922 de “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde, herkesten daha çok refah, mutluluk ve servete hakkı olan ve daha layık olan köylüdür” demişti. Ne yazık ki çiftçimiz refah içinde yaşamıyor. Çiftçimiz mutlu değil. Çiftçimizin üretimde karşılaştığı sorunlar çözülmeden her yıl yenileri eklendi. Yaşanan sorunlar ithalatçı politikalarla çözülmeye çalışıldı. Girdi maliyetlerinin dolara bağlı sürekli artması, üreticinin ürününün para etmemesi üreticiyi üretimden soğuttu. Çiftçi, her yılı zararla kapatmayı göze alamaz. Gerek bitkisel üretimde gerek hayvansal üretimde dışa bağımlı olduk. Tedbir alma zamanı geçiyor. Bu yüzden çok zaman kaybettik, tarımda çok geriledik. Bu yüzden üretimden yana, uygun politikaların yaşama geçirilmesi şart oldu.

Çiftçiler ülkemizin direğidir. Çiftçiyi görmezden gelir, değersizleştirirseniz o da sizi unutur. Dolayısıyla üretim biter. Dolayısıyla da yakın bir gelecekte insanlığı açlık bekliyor demektir.

Unutmayalım, gıdayı elde tutan dünyayı idare eder.

Tüm yazılarını göster