Türk sanayisi için tehlike çanları

Burak ÖNDER İhracatçının Penceresi

Bu yazımda sanılanın aksine, sizlere sanayide kullanılan enerji fiyatlarının yüksekliği, insan kaynağı problemleri, kaliteli finansman gibi cari sorunlarımızdan dolayı Türk sanayisi için tehlike çanları çalındığını söylemeyeceğim. Gördüğümü sandığım problemler daha da derinde.

Bir konuyu daha iyi ele alabilmek için tarihsel ve kültürel etkenlere de bakmak gerektiğini düşünürüm. Bu konularda bir uzman olmadığım için de büyük harflerle konuşmak yerine yaptığım okumalardan çıkardığımı sandığım sonuçları sizinle paylaşmak istiyorum.

Aslında hikâyeyi biraz geri sararsak, bazı noktalarda yaşadığımız geçikmişliği matbaanın icadına kadar götürebiliriz. Çünkü okuduklarımdan anladığım kadarıyla Batı’yı Batı yapan en önemli etken sanayi devrimi değil matbaanın icadıydı. Matbaa sayesinde üretilen kitap sayısı artmış, kitap fiyatları ucuzlamış ve bilgiye ulaşmak kolaylaşmıştı. Bu sayede de bilimsel ve kültürel ilerleme sağlanmıştı. Eğitim imkânları genişlemiş ve toplumda okuma yazma oranı artmıştı. İnsanlar Kiliseyi sorgulamaya başlamış, akabinde Rönesans, Coğrafi keşifler, Sanayi Devrimi gibi süreçler gelişmişti. Bizim topraklarımızdaysa ilk matbaa (Müslümanların kullanabilmesi için) 1727 yılında İbrahim Müteferrika ile geldi. Yani matbaanın icadından yaklaşık 277 yıl sonra. Hayal edebilmeniz için söylüyorum; bu, internetin topraklarımıza 277 yıl sonra gelmesi gibi bir şey.

Burjuvazi sorunu

Bunun yanında bana öyle geliyor ki kültür faktörü de ticaret ve bir yönüyle de üretim hikâyemizi etkileyen unsurlardan biri. Tarihsel pencereden baktığımızda ülkemizde bir “burjuvazi’’ sorunundan bahsedebiliriz. Tabi burjuvazi kelimesi toplumda hep yanlış anlaşılmış kavramlardan biri. Toplumumuzda çoğunlukla pejoratif anlamlarda kullanılır, “cüzdanın kalınlığı’’ ile alakalı olduğu sanılır. Hâlbuki yetiştiği topraklar itibariyle durum farklıdır.

Biraz daha temellendirecek olursak burjuva Fransızca bir kelimedir. Etimolojik olarak “borg’’ kökünden gelir, yani şehirden türetilmiştir. TDK bu kelimeyi ‘’kentsoylu’’ olarak çevirse de bilgisayar ya da buzdolabı gibi tutmamıştır.

Yaptığım okumalardan anladığım kadarıyla Osmanlı döneminde de şehirlerde bugünkü anlamıyla ticareti ve anakronizm yapma riskini göze alarak uluslararası ticareti yapanlar da daha çok Rumlar ve Yahudilermiş. Biz Türkler çoğunlukla askerlik ve tarımla uğraşırmışız.

Yani bir yönüyle bugün Batılı rakiplerimize kıyasla bu konuda gecikmişlik sorunumuz da var gibi. Lakin yirmi birinci yüz yılda, iletişim araçlarının bu kadar geliştiği bir dönemde bu problemi sadece gecikmişlik sorunu olarak görmenin rasyonel olmadığının da farkındayım.

Sonuç olarak, savaşlar, istenmeyen olaylar ve mübadele gibi farklı tarihsel süreçler yaşanınca da bu konuda yetişmiş insan kaynağımızı da kaybetmişiz gibi gözüküyor. Bana öyle geliyor ki, eğer bu insanlar topraklarımızda kalsaydı ticaret kültürünü onlardan daha kısa sürede öğrenebilir, üretimde ve uluslararası ticarette daha hızlı yol alabilirmişiz.

Türk sanayisinin tarihine kısa bakış

Aslında ülkemizde sanayileşme sürecini bir tikel olarak ele alırsak bir gecikmişlikten söz etmek çok da doğru olmaz gibi geldi bana. Mesela Cumhuriyet dönemimde kamu eliyle yapılan yatırımlarla 1930’lu yıllarda sanayi üretimi üç kattan fazla artmış lakin özel sektörün sürece dahil edilememesinden dolayı süreklilik sağlanamamış.

Tabi dünyada ve ülkemizde gelişen tarihsel olaylar sıkça sanayileşme sürecimize darbe vurmuş. Küreselde yaşanan 1929 Büyük Buhran ve II. Dünya Savaşı gibi gelişmelerin yanında içerde Kıbrıs çıkarması sonucu ülkemize uygulanan yaptırımlar, darbeler, ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlıklar Türkiye sanayisinin gelişmesini yavaşlatmış süreçler gibi gözüküyor.

Bir yanıyla devamlı patinaj çeken bir Türk sanayisi, tabi diğer taraftan da 2001 krizinden sonra kamunun elindeki sanayi tesislerinin özelleştirilmesiyle verimlilik daha fazla ön plana çıkmaya başlarken, AB Gümrük Birliği’ne üye olunmasıyla da sanayi sektörümüz özellikle AB pazarında daha fazla rekabetçi hale gelmiş. 2002 senesinden sonra sağlanan siyasi ve ekonomik istikrarın da sürece katalizör etkisi yaptığını söyleyebiliriz. Ezcümle, tüm bu gelişmeler de sanayimizin büyümesinde önemli sayılabilecek etkenler olmuş.

Sanayide bugünün çıkmazı

Türk sanayisi bugünse verimlilik, otomasyon, dijitalleşme, rekabetçilik, katma değerli üretim gibi sorunları yaşıyor. Tabi bunlar sonuç. Mevzu sonuçları söylemekten daha çok kök nedenlere inebilmek gibi geliyor bana.

Türkiye’de KOBİ’lerin çok büyük çoğunluğu öz sermaye problemiyle çalışma hayatına başlıyor. Bu yüzden de üreticiler devamlı finansmana ihtiyaç duyuyor. Bunun yanında birçok sektör için yurt içinde uzun vadeli çalışma sorunu var. Bu durum hali hazırda öz sermaye problemi yaşayan firmalarımızın sermaye yapıları da olumsuz etkileniyor.

Sonuç olarak özellikle KOBİ’lerimiz uzun bir dönem bu sarmalın içinde ‘’yaşamda tutunmaya’’ yani işletmelerini sürdürmeye çalışıyorlar. Bu nedenle de bırakın tasarım, inovasyon, katma değerli üretim ya da insan kaynağına önem vermeyi verimlilik, otomasyon, dijitalleşme gibi süreçlere yatırım yapmak bile akıllarından geçiremiyor.

Bu sarmaldan çıkabilen firmalara bakacak olursak; evet bu firmaların işleri büyüyor ve para kazanmaya başlıyorlar. Bu firmalarımızın da ilk yapacakları işin başında tabiri caizse “kafalarını sokacakları’’ kendilerine ait bir fabrika yapmak ya da almak. Tabi ülkemizde gerek sanayi arsaları gerekse inşaat maliyetleri yüksek. Üretim için büyük verimlilik kayıplarına rağmen fabrika yapabilenler, arsa maliyetlerinin yüksekliğinden dolayı da mecburen katlı fabrikalar yapmak zorunda kalıyor.

Ülkemizde sanayi arsalarının aldığı pay sadece binde üç

Türkiye’de sanayi için ayrılan alanın, toplam yüz ölçümüze oranı sadece binde 3 seviyelerinde. Bu oran Fransa’da yüzde iki buçuk, Almanya’daysa yüzde dört buçuk oranında. Bunun yanında sanayi arsalarının ve binalarının bir kısmını da üretim için değil yatırım için alanlar olduğunu da düşünürsek ülkemizde sanayinin gelişmesinin önündeki en önemli sorunlardan birinin sanayicinin fabrika sorunu olduğu söylememiz yanlış olmaz.

Fabrika yerini alanlar için de sorun bitmiyor tabi ki. Çünkü bu yeri alırken yine dış finansmana ihtiyaç duyuyor. Borçlanan sanayicinin amacı ne yazık ki yine “tekeri döndürmek’’ yani yaşamda kalmak. Bu nedenle kendince haklı olarak yine otomasyon, dijitalleşme, katma değerli üretim ya da insan kaynağına yatırımı gündemine alamıyor.

Firmalar büyüyor, cirolar artıyor ama tabiri caizse para yine üreticide değil. Para nerde mi? Para alınan hammaddede, yarı mamulde, bitmiş mal stoğunda ve sorunlu vade yapısından dolayı müşteride. Yorumlarımı abartılı bulanlar olabilir ama benim çevremde gördüğüm şey inanın bu.

Sanayici üretim mi, gayrimenkul mü çıkmazında

Bu aşamayı geçebilmiş, ihracatı daha yüksek az sayıda firmaya baktığımızdaysa artık üretimden kazanılacak para dönemi bitmiş oluyor. Halbuki ülkeye en verimli olacakları zaman. Peki neden? Çevresinde parasını gayrimenkule yatırmış olanların gelişimlerini gördükçe, farklı birçok riski yönetmeye çalışan sanayici üretim mi yoksa gayrimenkul sektörüne ucundan girmek mi ikileminde kalıyor. Bakın yine o arzulanan otomasyon, inovasyon, dijitalleşme, katma değerli üretime yönelme gibi bir istek oluşmuyor.

Tabi bu sürece kadar ortaklı şirketler ya da aile şirketlerinde bir ayrılık olmazsa. Çünkü aile ve ortaklı şirketlerde sürdürülebilirlik de çok zor.

Sanayide de kuşak çatışması var, ikinci nesil baba mesleğini sürdürmek istemiyor

Günümüz dünyasında teknolojinin çok hızlı değişmesiyle, gençlerle aramızdaki mesafe hiç olmadığı kadar açılıyor. Bu sadece bizim sorunumuz değil dünyanın bir sorunu. Mesela Birleşik Krallık’tan bir örnek. Birleşik Krallık’ta yapılan bir çalışmada gençlerin müteşebbis olmak istemedikleri sorucu çıkmıştı. Girişimci olmak, kendi işini yapmak bir önceki neslin idealiyken şimdi gençler böyle bir sorumluluğun altına girmek istemiyorlarmış. Bugün ülkemizde birçok genç de babasının kurduğu fabrikada çalışmak istemiyor. Bence sanayinin devamlılığı konusunda sosyolojik süreçleri de göz önünde bulundurmalıyız.

Değişen ve dönüşen dünyada gençlerin ‘’üretmeyi’’ bizim kadar idealize etmemesi de sanayinin önünde başka bir sorun. Sosyal medya tabiri caizse herkesin içini yani yaşadığı hayatı gösterdi. Hikâyeler ve paylaşımlarla insanların hayatı önceye göre daha görülür oldu. Üretimde her yönüyle sıkıntı yaşayan üreticiler, üretici olmayanların hayatlarına baktığında ister istemez soru işaretleri oluşuyor. Bir de üstüne kendilerinden önce farklı alanlara yatırım yapmış eski üreticileri gördüklerinde üretmek için olması gereken iştahı da ne yazık ki kaybediyorlar.

Sanayide bundan sonrası en az bundan öncesi kadar önemli

Bakın Türkiye’de eksiklerimiz olsa da üretimde ve ihracatta bir kültür oluşmaya başladı, bir yol alındı. Şimdi sıra “inşa’’ da. Bu yazıda çokça kullandığım otomasyon, dijitalleşme, katma değerli üretim, verimlilikte. Bu vesileyle firmalarımızın rekabet gücünü artırmada. Bundan sonrası en az bundan öncesi kadar önemli.

Neler yapılabilir diye sorabilirsiniz. Tabi ki yetkililer daha geniş bir perspektiften olaya bakabileceklerdir. Fakat bu olayı sadece ekonomik parametrelerle ele almak yerine sosyoloji, psikoloji gibi farklı disiplinlerle de ele almak gerekiyor.

Ben bir sanayici gözüyle ve kısıtlı çevremle bu yorumları yapıyorum. Üretici hammadde, enerji, maaş gibi girdilerinin büyük kısmını peşin olarak ödüyor lakin ürettiği ürünleri uzun vadelerle yurt içi müşterisine satıyor. Bu nedenle üreticiler sürekli olarak dış finansmana ihtiyaç duyuyor. Kendi küçük penceremden yapılması gerekenlerin başında “nakidin’’ üreticide toplanacağı bir sistemin inşa edilmesi geliyor. Burada temel amaç, girdilerinin büyük kısmını peşin ödeyen üreticiye paranın dönüş hızını artırmak.

AB bölgesine baktığımız zaman, AB’de üretici KOBİ’leri korumak ve vade sorununun çözmek için “Combating Late Payment’’ regülasyonu uyguluyorlar. Buradaki amaç üretici KOBİ’yi korumak. Yani AB’de dış finansmanı büyük oranda toptancı ya da perakendeci kullanarak üreticiden ürünlerini alıyor. Böylece nakit üreticide oluyor ve üretici otomasyon, dijitalleşme, nitelikli insan kaynağı, Ar-Ge gibi unsurlara yatırım yaparak rekabet gücünü artırabiliyor. Dediğim gibi yapılması gerekenlerden biri yurt içinde vade yapısının üreticiden yana düzenlenmesi önemli bir adım olur.

Gelişmiş tüm ülkelerde kamu özel sektörün gelişmesinde katalizör etkisi yapar. Ülkemizde de kamu bu zamana kadar birçok çalışma yaptı. Bence kamunun yapması gereken en değerli işlerden biri de rantın önüne geçerek, gerçekten üretim yapacak olan üreticilere sanayi arsaları tahsis edilmesi ve uygun kredi koşullarıyla deprem, yangın ve diğer afetleri düşünerek tek katlı fabrikalarını kurmalarını sağlaması Türkiye sanayisi için büyük bir adım olacaktır. Verimli üretim yapabilen ve tabiri caizse elinde parası olan üretici katma değerli üretim ve katma değerli ihracat için bütçeyi rahatlıkla oluşturabilecektir.

 

ÜRETİMDE REKABETÇİLİĞİMİZİ ARTIRACAK ADIMLARIN ATILMASI ÇOK ÖNEMLİ 

Üzerinde düşünmemiz gereken bir diğer konuysa fabrika yerlerinin kirası. Bunu ifade etmek kolay değil. Lakin ucundan da olsa değinmek gerekiyor. Bugün bazı sanayici arkadaşlarımız fabrika kiralarının yüksekliğinden dolayı, yeni yaptıkları fabrikalara taşınmak yerine bu yerleri kiraya verip üretimlerini büyütmemeyi düşünüyor. Her yönüyle riskli olan üretim yerine kira gelirini tercih ediyorlar. Halbuki üretime daha uygun olan ve verimlilikte şirketlerine ve ülkeye kazanç sağlayabilecekken eski yerlerinde kalıp yeni yaptıkları yerleri kiraya vermeyi daha rasyonel buluyorlar. Umarım meramımı anlatabilmişimdir. Bu durumda ülke kazanamıyor.

Son olarak, Türkiye rekabet gücünün birçok alanında geri sıralarda, bu nedenle üretimde rekabetçiliğimizi artıracak adımların atılması çok önemli. Otomasyon ve dijitalleşme için yapılacak yatırımlarda uygun kredi koşullarını sağlaması kıymetli bir adım olacaktır. KOBİ’lerde ERP, CRM gibi programları kullanan firma sayısı çok az. Veri ve verimlilik için olmazsa olmaz olan bu yatırımların teşvik edilmesi yarınlarımız için çok değerli olacaktır.

Geçenlerde sosyal medyada bir haber paylaşımı vardı. Haberde İtalya’nın bir şehrinde 500 yıldır aynı ailenin vergi rekortmeni olduğunu söyleniyordu. Düşünebiliyor musunuz 500 yıldır ticaretin içinde olan aileler. Kuşaktan kuşağa geçen ticaret bilgisi, görgüsü, kültürü. Tekrara düşmek pahasına bir kez daha söylüyorum. Ticaret, üretim, ihracat bir yönüyle bir kültür olayı.

Dünyadaki rakiplerimize göre bu konularda görece daha ‘’yeni’’ olmamıza rağmen yapısal sorunlarımızdan bıkıp usanan üreticilerin büyük bir kısmı üretimlerini büyütmek ya da üretime devam etmek istemiyor. Çevremdeki arkadaşlarımın çoğunun üretimlerini küçültüp gayrimenkul, lojistik depolama ya da ithalat gibi riskin görece daha az olduğu sektörlere girdiğini ya da bunu hayal ettiğini görüyorum.

Evet, üretmek her yönüyle meşakkatli bir iş ve her geçen gün çok farklı sorunlardan dolayı daha da ağır bir meslek haline gelmeye başlıyor. Türkiye’de sanayici üretmenin yanında döviz, parite, faiz, finansman, vade, insan kaynağı, hammadde temini gibi birbirinden farklı konuları takip etmek zorunda.

Sanayiciler uzun zamandır ‘’ceylan huzursuzluğunda’’

Bana sorarsanız ülkemizde sanayiciler bir yönüyle görünmeyen yani nesnel bir şiddete maruz kalıyor. Şiddet bir yönüyle birini görmemek demektir. İş dünyası sivil toplum örgütlerimiz dahi sanki bizi görmüyor. Gördüğümü sandığım şey, sanayiciler uzun zamandır ‘’ceylan huzursuzluğunda’’ olduğu. Hep uyanık olma zorunluluğu. Bir çıt sesinde tüm vücudu gerilen bir huzursuzluk içinde…

Malumununuz sürdürülebilirdik günümüzün trend kavramlarından. En büyük sanayi kuruluşlarımızın çoğu üçüncü kuşağında. Sürdürülebilir bir sanayi, üretim kültürünün tam manasıyla oluşmasında çok önemli. Üretim kültürünün kuşaktan kuşağa geçmesi sanayide hep arzuladığımız verimlilik, tasarım, markalaşma için elzem. Bu zincirin kırılmaması gerekir. Bunun için de sanayicinin yapısal sorunlarının çözülmesi ve önünün açılması, üretim iştihanın oluşturulması sanayimiz, ihracatımız, istihdamımız, ekonomimiz yani ülkemiz için önemli. Ben Türkiye sanayisi için en büyük tehlikenin enerji maliyetleri, kur, insan kaynakları sorunundan ziyade tüm bu sorunlardan dolayı sürdürülebilirlik olduğunu düşünüyorum.

Bunca yıldır sanayimizde oluşan deneyim ve hafızayı yapısal sorunlarımızdan dolayı kaybediyoruz gibi geliyor. Bilmiyorum! Belki de tüm bunlar benim yanlış okumalarımdır. Fakat bildiğimi sandığım şey; üretimin nesilden nesle geçmesi, deneyim, tecrübe ve hafızanın sürdürülebilirliğinin daha aydınlık yarınlarımız için çok önemli olduğudur.

Tüm yazılarını göster