Ya reel kesim tehlikenin farkında değil, ya da biz kurdaki ayrışmanın riskini abartıyoruz.
Güne Dünya gazetesi okuyarak başlıyorum, Dünya’daki başlıklara, haberlere ve imzalı yazılara şöyle bir göz atınca beni ilgilendiren ve bilgilendiren çok şey buluyorum hemen her gün. Türkiye’de yayınlanan diğer gazetelerde izlediğim bazı yazarlar var ama sürekli olarak okuduğum başka bir gazete yok şu an için. Vazgeçilmezlerim olan yabancı gazetelere, Financial Times, The Guardian, New York Times ve haftalık olarak da The Economist’e ise online olarak bir göz atıyorum.
Böyle bir yazı yazma fikri de dünkü Dünya’ya bakarken geldi. Dünkü gazetede dikkatimi çeken başlıkları ve yazıları hatırlatayım. Birinci sayfanın manşetinde “Erdoğan: Fransız malını almayın!” başlığı var. Hemen yanında “Dolar 8 TL’yi geçti, Euro 10 TL yolunda” haberi yer alıyor. Şebnem Turhan’ın yazdığı haberin ilk paragrafı yaşanmakta olan olayı şöyle özetliyor: “TCMB’nin beklentilerin aksine faiz oranlarını artırmaması ile değer kaybı yeniden hızlanan TL, bir darbe de ABD ve Avrupa ile yaşanan yeni siyasi gerilimden aldı.. Uzmanlar, yabancı yatırımcıyı ikna edecek adımlar atılmaması halinde TL’deki kayıpların hızlanacağına işaret ediyor.”
TL'nin acıklı hikayesi
Bu iki manşet haber Türkiye’nin şu anda gündemi en fazla etkileyen iki sorunuyla ilgili. Son günlerde Financial Times’da ve bazı diğer İngilizce yayınlarda da bu iki konuya odaklanıldığını görüyoruz. Türkiye’nin bölgesinde ve Avrupa’da attığı adımlarla, izlediği politikalarla ve yaptığı çıkışlarla sorun yaratan ülke algısı yarattığı vurgulanıyor ve yükselen pazar ülkelerinin paraları son dönemde dolara karşı değer kazanırken Türk Lirası’nın en fazla değer kaybeden para olarak ayrıştığı belirtiliyor.
Financial Times gazetesinin 24 Ekim tarihli haberinde, seçimi kazanma şansı artmış görünen Joe Biden’ın ABD Başkanı olması halinde izleyeceği ekonomiyi güçlendirme programının Güney Kore, Meksika , Çin ve Singapur gibi yükselen pazar ülkelerınin paralarının ABD dolarına karşı değer kazanmasına yol açtığı ifade ediliyor. Dolara karşı değer kaybeden paralar arasında ise açık farkla başı çeken Türk Lirası’nı Rus rublesinin izlediği belirtiliyor. Yazıda, Biden’ın Rus füzeleri nedeniyle Türkiye’ye yaptırım uygulayabileceği ve Türkiye’nin taraf olduğu jeopolitik sorunların Türk lirasının değer kaybında etkili olduğu ileri sürülüyor.
Dünkü Dünya’da yer alan köşe yazılarında da Türk lirasının hızlanan değer kaybının nedenleri ve sonuçları üzerinde duruluyor. İsmet Özkul, “Kurları kim ateşledi” başlıklı yazısında 2019 yılının ilk sekiz ayında 5.3 milyar dolar fazla veren cari işlemler dengesinin 2020’nin aynı döneminde neden 26.5 milyar dolar açık verdiğini sorgulamış. Özkul’un tablosunda yer alan önemli bulgulardan bazıları şunlar:
• Türkiye’den net döviz çıkışı geçen yılın ilk sekiz ayında 1,08 milyar dolar iken bu yıl 12,5 milyar dolara yükselmiş.
• Kısa vadeli dış finansman girişi geçen yıl 16,9 milyar dolar iken bu yıl giriş değil 3,1 milyar dolar çıkış olmuş.
• Geçen yılın ilk sekiz ayında 4,2 milyar dolar artış gösteren döviz rezervimiz bu yılın ilk sekiz ayında 39,0 milyar dolar azalmış.
Reel kesimin şaşırtıcı iyimserliği
Fatih Özatay ise finans kesimi dışındaki şirketlerin döviz pozisyonundaki yükselişe dikkat çektiği “Yüksek açık pozisyon varsa” başlıklı yazısında, birkaç hafta önce açıklanan Yeni Ekonomik Program’da 2022 yılı ortalama dolar kuru hedefinin 7,88 TL, 2023 ortalama kuru hedefinin de 8,02 TL olmasına dikkat çekerek bu hedeflerin inandırıcılığını sorguluyor ve yüksek açık pozisyonu olan reel sektör şirketlerinin sorunlarına dikkat çekiyor.
Ancak döviz kurundaki bu tehlikeli yükselişin reel kesimdeki iyimserliği ekim ayında da bozamadığı anlaşılıyor. Dünkü Dünya’da yer alan bir diğer haberde Reel Kesim Güven Endeksi’nin ekim ayında 2,6 puan artarak 108,1 seviyesine yükseldiği belirtiliyor. Verilere dayalı analizlerini ilgiyle izlediğim Alaattin Aktaş’ın dünya yazısında yer alan tabloda da reel kesimde nisan ayında yüzde 60,7’ye kadar yükselen kötümserlerin oranının ekimde yüzde 11,0’a düştüğü görülüyor. Ya onlar tehlikenin farkında değil, ya da biz kurdaki ayrışmanın riskini abartıyoruz.