“Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de orada yerini alır…”
Türkiye’nin ikinci Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün, 1964 yılında Başbakanlık görevindeyken, ABD’nin o dönemki Başkanı Jonhson’un ağır ve çokça tehdit içeren mektubuna verdiği yanıtta vardır bu söz.
Uluslararası alanda şimdiki durum o günlerden pek farklı değil.
Demirperde’nin tarih sahnesinden silindiği 1980’li yıllardan sonra ortaya çıkan ABD merkezli, tek kutuplu dünya düzeni çöküyor, yeni bir düzen kapıda.
Türkiye yine ABD’nin baskısı altında. Washington’dan yine ABD Başkanı imzalı tehdit, hatta hakaret içerikli mektuplar geliyor.
Ancak ne yazık ki günümüz Türkiye’si -1960’lı yılların aksine - dış politikada ciddi şekilde yalpalıyor.
YENİ DÜZEN UZLAŞMAYI GEREKTİRİYOR
Türkiye’nin yalpalamasının nedeni, AK Parti hükümetinin son birkaç yıldır dış politikasını üzerine kurduğu çatışma/askeri önlemler yöneliminin yeni düzende geçer akçe olmaması. Dünya yeniden iki kutuplu düzene geçerken, özellikle Türkiye’nin içinde bulduğu bölgede uzlaşma kültürü hakim olmaya başladı.
Son birkaç yılda yaşananlara bakın;
Araplar arasındaki ihtilaflar çözüldü, Katar yeniden Körfez’deki “kardeşleriyle” aynı safa geçti.
İsrail yıllarca can düşmanı olan Arap ülkelerinin büyük çoğunluğuyla ilişkilerini normalleştirmeye başladı.
Müslüman dünyanın iki kutbu Suudi Arabistan ve İran masaya oturdu.
Suriye’de Esad rejiminin yeniden uluslararası camiaya “meşru bir aktör” olarak dönmesinin yolu açıldı.
AK Parti hükümeti de bu yönelimi gördü. Ancak ne yazık ki son birkaç yıldır izlenen hamaset temelli dış politika yeni düzene yönelik adım atılmasını da zorlayıcı nitelikte.
HUKUK CENDERESİ
Bu zorluğun temel nedeni, son dönemde dış politika ile iç politikanın iç içe geçmesi, dış politik hamlelerin milli dava merkezli değil, “oy arttırma amaçlı” yapılması, bu amaç uğruna kimi zaman hukukun bile kullanılması.
Bunun en belirgin örneği Kavala davasında yaşanıyor. AK Parti hükümetinin iç politik hamleler çerçevesinde, Gezi olaylarını kriminalize edebilmek için yüklendiği Kavala davası, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı karar ile Türkiye açısından tam bir çıkmaza haline geldi. Öyle ki, Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nden kovulması bile gündemde.
Benzer bir durum New York’taki Halkbank davasında yaşanıyor. Reza Zarrab gibi kaypaklığı en acı şekilde kanıtlanmış kişiler üzerinden İran’a yönelik tek taraflı Amerikan yaptırımlarının –bunların haklı yaptırımlar olduğunu söylemek mümkün değil elbette. Adı üstünde; tek taraflı- delinmeye çalışılması, işi bir Türk kamu bankasının Amerikan hukuku önünde yargılanmasına kadar vardırdı.
ABD ile ilişkilerini düzeltebilmek, Amerikan Başkanı düzeyinde randevu alabilmek için Türkiye’deki bir ceza davasının, Rahip Brunson davasının miting konuşmalarının bir parçası yapılması hala hafızalarda. Benzer durumlar, Büyükada ve Deniz Yücel davalarında, Berlin’le ilişkilerin normalleştirilmesi sürecinde de yaşandı.
Bir zamanlar Suudi Arabistan’da yönetimi değiştirmek için kullanılmaya çalışılan bir başka ceza hukuku davası, Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayı ise,- bugünlerde Suudilerle ilişkileri normalleştirmek için olsa gerek - ne AK Parti yetkilileri, ne de hükümet yanlısı basın tarafından hiç anılmaz oldu.
Birleşik Arap Emirlikleri’yle normalleşme çabalarının merkezinde ise –açıkça hiç dile getirilmese de- hakkında pek çok dava açılmış olan Sedat Peker’in durumunun yer aldığı Türk kamuoyunda genel bir algı olarak yerleşti bile.
İsrail’le ilişkilerin normalleşmesi de İsrailli iki turistin gözaltına alınmasına neden olan bir ceza hukuku soruşturması ile başlamadı mı?
Türk kamuoyunda bugünlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi hakkında İçişleri Bakanlığı tarafından yazılı bir açıklama ile ortaya atılan “terör irtibatlı ve iltisaklı personel” iddiaları konuşuluyor; Somut kanıt göstermeden, irtibatlı olduğu iddia edilen kişilerin isimleri bile ilgili kurum olan İBB’ye gönderilmeden, adli herhangi bir soruşturma açılmadan gündeme getirilen iddialar bunlar.
Bunlara hala şaşırabilenler için;
Ceza hukuku konularının “milli mesele” olması gereken Türk dış politikasında yıllardır nasıl kullanıldığına bakılmasında fayda var.
2022’nin Türkiye’ye barış, huzur ve en çok da adalet getirmesi dileğiyle…