Prof. Dr. M. Sezai Türk
Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Rektör Yardımcısı
Ömer KAYIR
Çevre Bakanlığı Eski Müsteşar Yardımcısı
SSCB hakimiyetinden kurtulan Türk Cumhuriyetleri’nin yaşadıkları çevre problemleri çok ağırdır.
SSCB dağılırken Türk Cumhuriyetleri’nde “Halk Cephesi” hareketleri ortaya çıkmıştı. Bu hareketlerin temel karakteristiği “Azatlık-Bağımsızlık” istemeleri, “Ana Dili”ne sahip çıkmaları ve “Vatan topraklarının kirletilmesine karşı çıkmaları” idi.
Zaman içinde Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarına kavuştular. Türkçe’nin farklı lehçeleri ana dil olarak Türk Cumhuriyetlerinin anayasalarında yer aldı. Ancak o hareketlerin vatan topraklarının kirletilmesine karşı olan talepleri hayata en az geçen talepler oldu. Aradan geçen 30 yıldan fazla süreye rağmen SSCB döneminde oluşan çevre kirliliklerinin giderilmesi konusunda çok ciddi bir ilerleme sağlanamadı.
Çevre kirliliklerinin giderilmesinin çok harcama gerektirmesi, ülkeler arası işbirliğini zorunlu kılması vb. sebepler bu alanda ilerleme sağlanamamasının başlıca nedenleridir.
Türk Cumhuriyetleri’nin çevre alanında yaşadıkları zaafiyet başta ABD ve AB ülkelerinin çevre konuları üzerinden Türk Cumhuriyetleri üzerinde etki kurma çabalarına yol açmıştır. ABD ve AB kuruluşları Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ndeki çevre, su ve iklim konularında pek çok proje geliştirmiş, çok sayıda toplantılar yapmış, bu alanda birçok uluslararası kuruluşlar kurmuşlardır. Batı ülkeleri bu çalışmalarına hala tam gaz devam etmektedirler. Bölgedeki en büyük güç sahibi Rusya ise Orta Asya Cumhuriyetleri arasındaki çevre ve su konularındaki ihtilafları bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu arttırmada kullanmıştır.
Türkiye’de 1990’lı yılların başında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ndeki “çevre hareketleri”ne karşı bir ilgi doğmuştu. O dönemde Kazakistan’daki “Nevada-Semey Anti-nükleer Hareketi” ve onun başında olan ünlü Kazak Türkü yazar Olcas Süleymanov Türkiye’de ilgiyle takip edilmekteydi. Aral Gölü’nün kuruması ile ilgili haber ve yorumlar gazete ve dergilerde sürekli yer almaktaydı. Özbekistan’daki “Pamuk monokültürü” ile ilgili değerlendirmeler sürekli yapılmaktaydı. Ancak Türkiye’de Türk Cumhuriyetleri’ndeki çevre, iklim ve su konularına ilgi zaman içinde azalmıştır.
Bunun en büyük nedeni Azerbaycan’da Elçibey’in iktidardan düşmesi ile birlikte Özbekistan’ın Türkiye’ye kapılarını kapatması ve bunu bir ölçüde Türkmenistan’ın takip etmesiydi. Azerbaycan’ın Rusya ve İran ile denge politikaları güderek Türkiye ile arasına mesafe koyması, Özbekistan’ın kapılarını tamamen kapatması ve Türkmenistan’ın kapıları yarı kapalı tutması büyük bir hayal kırıklığı yarattı ve sadece Türk devletinin değil, Türk halkının ve aydınların da Türk Cumhuriyetleri konusundan uzaklaşmasına neden oldu.
O dönemde dikkat çeken bir başka husus da ABD’nin Türk Cumhuriyetleri ile ilgili çalışmalar konusunda Türkiye’yi dışlamasıydı. Bu dışlamadan Türk Cumhuriyetleri’ne dönük çevre, iklim ve su çalışmaları da payını almıştır. ABD ve AB hala özenle bu çalışmalarda Türkiye’yi dışta tutmaktadırlar.
Bugün siyasi şartlar değişme yolundadır. Özbekistan Türk Cumhuriyetleri ile birlikte hareket etmeye başlamıştır. Türkmenistan geçmişe göre daha sıcak bir tutum içerisindedir. Türk Cumhuriyetleri daha yakın işbirliği yolunda ciddi adımlar atmaktalar.
Türk Devletleri arasında işbirliği alanları arasına artık çevre, iklim ve su konuları girmeye başlamalıdır.
Türk Devletleri İşbirliği Teşkilatı’na yol gösteren “Türk Dünyası 2040 Vizyonu” belgesinde çevre konusu geniş bir yer tutmaktadır. 2040 Vizyonu’nda “Üye Devletlerin ulusal ve ortak politikalarında çevrenin korunmasına öncelik verme...” hedefine yer verilmiştir.
Bu hedefe doğru kararlı ve emin adımlar atmanın zamanı gelmiştir.
Türkiye, Türk Cumhuriyetleri arasında çevre, iklim ve su alanındaki işbirliğinin yollarını açma imkanına sahip bir ülkedir ve öncü rolüyle bu işbirliğini başlatmalıdır.
Türkiye’nin çevre, iklim ve su alanında atacağı ilk adım radyoaktif kirliliğin giderilmesi için olmalıdır. Bunu yeni adımlar takip etmelidir.
Türkiye, Batı ülkelerinin yaptığı radyoaktif kirliliği ölçme ve birkaç maden atık alanını iyileştirme gibi çalışmaların ötesine geçerek sahip olduğu yeni teknolojilerle radyoaktivite kirlenmesine maruz kalmış suları temizleyebilir. Türkiye bu teknolojiye sahiptir ve bunu kardeşlerinin istifadesine sunmaya hazırdır.
Türk Cumhuriyetleri’nin tamamında çevre ve insan sağlığını etkileyen radyoaktif atık problemi mevcuttur.
Sadece Kırgızistan’da 92 atık alanında 475 milyon ton radyoaktif atık bulunmaktadır. Kırgızistan’daki “Maili Su” radyoaktif atık alanı Özbekistan’a 30 kilometreden daha yakındır ve kalabalık bir nüfusu etkileyecek mahiyettedir.
Radyoaktif kirlenme Kırgızistan, Kazakistan, Türkmenistan ve Özbekistan gibi bir çok cumhuriyeti ilgilendiren bir konudur. Bu çerçevede geniş işbirlikleri gereklidir.
Türkiye’nin Orta Asya ülkelerinde kurmuş olduğu Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi ile Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi bu alandaki çalışmaları yürütebilecek ciddi kuruluşlardır. Türkiye bu üniversiteleri çok kısa zamanda çevre, iklim ve su alanındaki çalışmaları yürütebilecek ve organize edebilecek yetkinliğe ulaştırmalıdır.
Türkiye ile birlikte Kırgızistan ve Kazakistan’ın bölgede diktiği ağaçların meyvesini toplama zamanı gelmiştir. Manas ve Yesevi Üniversiteleri “çevre, iklim ve su” alanlarında saha çalışmalarının merkezi olarak yerlerini almalı ve tarihi Türk anavatan topraklarının korunmasında görevlerini yerine getirmelidir.*