Türk Boğazları’ndan enerji geçişi ve yarattığı riskler

Neslihan GÖKDEMİR AĞAR Enerjide İnovasyon

Marmara Denizi üzerinden İstanbul Boğazı ve Çanakkale Boğazı'nı oluşturan dar su kütleleri, antik çağlardan bu yana hem askeri hem de ekonomik açıdan büyük bir stratejik derinliğe sahip oldu. Hatta öyle ki, Truman doktrinine yol açan tarihsel bir süreci tetikleyerek, işleri NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü)’nun kurulmasına kadar vardırdı. Yakın zamana kadar, NATO’nun beyin ölümünden bahsedilmiş olsa da, 24 Şubat 2022’de başlayan savaş sonrasında örgütün adeta Rusya karşısında yeniden canlanışına tanıklık ediyoruz oluşacak yenidünya düzeninde… Ve Türk Boğazları’nı Dipfriz’den çıkarıyoruz.

1936'da Sovyetler Birliği, diğer birçok bölgesel ve dünya gücüyle birlikte Montrö Sözleşmesi’ni imzaladı. Boğazları yalnızca Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerden gelen gemilerin kullanabileceğini kabul etti ve boğazları denetlemenin tarafsız ülke Türkiye'ye bağlı olduğunu da onayladı… Ancak sonradan bunun yeterli bir garanti olmadığı anlaşıldı.

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesiyle, Sovyet Başbakan Yardımcısı Lavrentiy Beria, Türkiye'nin doğusunun Karadeniz'e yakın bir bölümünün o zamanlar Sovyetler Birliği'nin bir parçası olan Gürcistan'a ait olduğunu ilan etti. Moskova ayrıca, Karadeniz'den gelmeyen gemilerin boğazlardan geçişinin sözleşmeye aykırı olarak izin verildiğinden şikâyet etti.

Amerikalılar için bu durum, Sovyet yayılmacılığına dair büyük korkuları da doğrulamıştı. Başkan Truman, Sovyetler Birliği'nin kontrol altına alınması gerektiğine karar vererek, ‘Truman Doktrini'ni şekilledirdi. Nisan 1946'da, büyük Amerikan savaş gemisi USS Missouri, merhum Türk büyükelçisinin küllerini de taşıyarak Türk Boğazları’na geldi.

7 Ağustos 1946'da Sovyetler Birliği'nin Türkiye'ye Montrö Sözleşmesi'ni ihlal ettiğini ve yeni bir antlaşmaya ihtiyaç olduğunu belirten bir nota vermesiyle kriz doruk noktaya ulaştı. Bunu bir Sovyet askeri yığınağı izledi.

Sovyetler Birliği’nin boğazlardaki planlarını gören İngiltere ve ABD, Türkiye'ye desteklerini açıklayıp bölgeye bir deniz görev gücü gönderdi. Moskova geri adım attı ve protesto üzerine, sözleşmenin yeniden müzakere edilmesi taleplerini geri çekti.

Türkiye, ABD'den yardım kabul ederek tarafsızlık politikasını terk etti ve 1952'de NATO'ya katıldı. Ertesi yıl Joseph Stalin'in ölümüyle, Sovyetler Birliği toprak iddialarından vazgeçti ve Türkiye ile ilişkiler normale döndü.

Türk Boğazları ve tetiklediği tarihsel arka plan

20 Temmuz 1936, Montrö Boğazlar Sözleşmesi imza edildi.

Tam 10 yıl sonra, 7 Ağustos 1946’da Sovyetler Birliği ile Türk Boğazları krizi doruk noktasına ulaştı. Uluslararası planda Truman doktrini şekillenmeye başladı.

4 Nisan 1949’da, NATO kuruldu.

18 Şubat 1952’de, Türkiye NATO üyesi oldu.

24 Şubat’ta Rusya Ukrayna Savaşı patlak verdiğinde de Türk Boğazları dünya ekonomi ve enerji gündemindeki en üs yerini bir kez daha korudu.

Türk Boğazları’ndan enerji geçişi ve yarattığı devasa riskler

1979'da büyük bir Romen ham petrol gemisi olan MT Independenta’yı hatırlayalım. Boğaz'ın güney girişinde bir Yunan yük gemisiyle çarpışarak patlamıştı Independenta... Tankerin mürettebatının neredeyse tamamı ölmüş, enkazı haftalarca yanmıştı…  İstanbul Bölgesi ile Marmara Denizi'nde yarattığı yoğun hava ve deniz kirliliği felaketi çocukluğumun silinmeyecek acı hatıraları arasındadır.

Uluslararası kaynaklardan, dünya ham petrol ticaretinin %3 ile %8’inin Türk Boğazları’ndan geçtiğini gözlemliyoruz. Türkiye, Boğazlarda oluşabilecek kaza risklerini azaltmak için egemenlik haklarını kullanarak bahsedilen ‘Boğazlar Bölgesi’ni “iç sular” olarak düzenleyip denetleyebiliyor. 1994 ve 1998 yıllarında düzenlenen Boğazlar Geçiş Tüzükleri (TBDTDT) ile Türkiye boğaz geçişlerine bazı kısıtlamalar getirmiş bulunuyor ve artan petrol ve gaz tankeri trafiği hacminin Türk Boğazları’nın tüm kıyıları için önemli çevresel, kamusal ve ekonomik riskler yaratıyor.

Boğazlar rejimini düzenleyen yasal belge olan Montrö Sözleşmesi'nin 1936'da imzalanmasından bu yana, gemilerin boyut ve kapasitesinin muazzam bir şekilde arttığını ve bu durumun büyük bir güvenlik endişesi yarattığı da gözlemlerimiz arasında.

Türk Dışişleri Bakanlığı'na göre, Montrö Sözleşmesi uyarınca, ticaret gemileri Türk Boğazları’ndan geçiş özgürlüğüne sahipken, savaş gemilerinin geçişi kısıtlanıyor.

Karadeniz'in dünya okyanuslarıyla tek bağlantısı

Karadeniz'in dünya okyanuslarıyla tek bağlantısı olan Türk Boğazları Marmara Denizi üzerinde yaşamsal bir enerji geçiş hattı da aynı zamanda…

Bu trafiğin hacmi büyük bir hızla artmış bulunuyor - 1934'te 4.500'den, 1998'de 49.304'e. 2017'de boğazlardan 87.593 gemi geçtiğini kayıtlardan yakalıyoruz. Bu geçişlerden 13,732'si sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ve sıvılaştırılmış petrol gazından (LPG) oluşuyor.

En işlek geçiş rotası

Petrol tankerleri, Türk Boğazları’nı dünyanın en işlek deniz geçiş noktalarından biri haline getirmiş bulunuyor. Her yıl binlerce tanker, büyük çoğunluğu Karadeniz'den Ege Denizi ve Akdeniz'e doğru güneye gitmekte olan Türk Boğazları’ndan geçiyorlar. Sektörel kaynaklar, Türk Boğazları’ndan günde yaklaşık 3 milyon varil ham petrol ve yılda toplam 20 milyon ton petrol ürünün geçtiğini gösteriyor.

Kanal İstanbul çözüm olacak mı?

Türk Boğazları dendiğinde, 2011’in çılgın projesinden de bahsetmeden olmaz. Haziran 2018'de Türkiye, Karadeniz'i Marmara Denizi'ne bağlamak için Boğaz'a paralel deniz seviyesinde yapay bir suyolu olan Kanal İstanbul Projesi'ni tanıtmıştı. Önerilen kanal, 45-50 kilometre uzunluğunda, 150 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde ilerliyor. Önümüzdeki yılların Kanal İstanbul projesinin ekonomik, hukuki, çevresel ve mühendislik zorlukları ile sonuçlarının hararetle tartışılmaya devam edeceği aşikâr… Proje sonuçlandığında, İstanbul, iki boğazı olan bir şehre dönüşecek…

Zekâ, lojik ve enerji birleşince

Anadolu yarımadasını diğer kara parçalarından ayıran en temel özelliği Asya, Avrupa ve Afrika
kıtalarının düğümlendiği jeo-stratejik yapısından kaynaklanıyor. Bu çerçevede, İstanbul ve Çanakkale boğazları, “Anadolu kilidinin” altın anahtarı adeta… Coğrafi keşiflerin ardından sanayi devrimi ile beraber ortaya çıkan “dünya hâkimiyeti” kavramının başlıca önceliği ise “boğazlara hâkimiyet” olarak tezahür ediyor.

Ve Siz Değerli DÜNYA okurlarımızı, Önder Atatürk’ün Montrö muahedesinin imzası dolayısıyla milletin gösterdiği büyük tezahür karşısındaki hissiyatının nasıl izhar ettiğini, 21.07.1936 tarihli bir gazeteden alıntıladığım haberle baş başa bırakıyorum. Bir enerji çağının gelmekte olduğunu da öngörmüş bu büyük insan:

“ – Milletin yüksek seciyesine, ordusunun bükülemez bazusuna ve medeni beşeriyetin aldatılamaz bonsansına dayanarak ve güvenerek kullanılan zekâ, lojik ve enerjinin, bütün beşeriyetin muhtaç olduğu sulh ve huzur bahşeden neticeler doğurabileceğinin bir delili olan Montrö Konferansı eseri cidden sevinmeğe ve sevindirmeğe değer bir tarihi hadisedir.”

Tüm yazılarını göster