Tünelin sonundaki ışık artık gelen tren olmayabilir

Tuğrul BELLİ GÜNDEM

Tam bir düzlüğe çıktığımızı söylemek için erken olmasına rağmen ekonominin istikrarlı bir şekilde normalize olmaya başladığı görülüyor. Son günlerdeki olumlu gelişmeler arasında enflasyon beklentilerinde meydana gelen düşüş, yabancı rating şirketlerinden Moody’s’in notumuzu 2 basamak yükseltmesi, rezervlerdeki artış, CDS oranlarındaki gerileme, MB’nin bankalarla olan swaplarını sıfırlamış olması sayılabilir. Dün de daha çok makyaj için yapılmış olan ülkelerarası döviz anlaşmalarından Suudi Arabistan ile olan depo anlaşmasının iptali haberi geldi. Bu aynı zamanda döviz rezervleri konusunda yönetimin artan güvenini gösteren bir gelişme.

Bir para birimini güçlü kılan en önemli özellik o para biriminin ait olduğu devletin (veya AB’de olduğu gibi bir para bölgesinin) vergileri o para biriminden toplama gücüdür. (AB’de üye ülkelerin bütçe açıklarına getirilen kısıtların sebebi de bir üye ülkenin diğerleri aleyhine bir avantaj sağlamasının önüne geçmek olduğu kadar Euro’nun değerini de korumaktır.) Türkiye, her ne kadar toplanan verginin milli gelire oranı bakımından oldukça düşük seviyelerde ise de, özellikle dolaylı vergiler sayesinde hem bütçe açıklarını kontrol edebilme, hem de bu sayede parasının değerini koruyabilme yetisine sahiptir. (Buradan dolaylı vergilerin toplam vergiler içerisinde bu kadar yüksek oranda olmasını tasdik ettiğim anlamı çıkmasın. Maalesef sistem bugüne kadar yakalayabildiğinden vergi alma yöntemi üzerine inşaa edildiği için durum böyle. Dolaylı vergiler aynı zamanda regresif (az kazanandan çok, çok kazanandan az alınan) vergilerdir. Bu durumun bir noktada mutlaka düzeltilmesi gerekiyor. Ekonominin dijitalleşmesi ve takip sistemlerinin sofistikeleşmesi bu geçişi kolaylaştıracaktır.

Tabii ki, son gelişmelerin kısa vadede herkesi memnun etmesi beklenemez. Özellikle hane halklarının satın alma gücünde meydana gelen keskin düşüşü tekrar eski seviyesine çekmek zaman alacaktır. Bunun maalesef kestirme bir çözümü yok. Asgari ücretin geçmiş enfl asyona göre endekslenmesi 80’li ve 90’lı yıllarda uygulanan ve enfl asyonun 20 sene boyunca yüzde 50’ler civarında kemikleşmesinin ana sebeplerinden biridir. Öte yandan hala enflasyonu yüzde 75 olarak görüp özellikle mevduat faizlerinin düşük olduğunu iddia eden bir kesim olduğu gibi aynı anda kredi faizlerinin yüksek olduğundan şikayet eden ve bunun özellikle KOBİ’leri ve ihtiyaç kredisi kullananları zora soktuğunu öne süren kesimler de var. (Bazen bu ikisini iddia eden aynı kesimler olmakta!) Ancak örneğin özellikle son dönemlerde ön plana çıkan hizmetler sektörü kaynaklı fiyat artışlarını kontrol etmenin en etkili yolu da ekonomiyi kontrollü bir şekilde soğutmaktan geçiyor. Nitekim bugünlerde para politikasının sıkı tutulması ve ücretlerin bir nevi dondurulmasının hizmetler sektörünün belirli bir bölümüne yansıyan etkilerini net bir şekilde gözlemliyoruz: Çok ciddi şekilde hacim kaybeden iç turizm. Otellerin mevsimin geri kalanında fiyat indirimleri yapmak dışında pek bir seçeneği kalmamış gözüküyor.

Kurların sabit kalması sayesinde (ki kabul edelim bu dezenflasyonist programın önemli bir ayağı) TL’ye dolar bazında reel getiri sağlayarak özellikle yabancı kısa vadeli sıcak paracılara aşırı getiri sağlanması da programın eleştiri noktalarından biri. Evet, böyle bir olgu söz konusu. Ancak, gelen paranın ve verilen fazla faizin miktarı hesaplandığında bunun ekonominin normalleşmesi aşamasında çok küçük bir bedel olduğu söylenebilir. (Özellikle irrasyonel politika döneminde satılan yüzlerce milyar dolar rezervler vs. dikkate alındığında.) Ayrıca CDS primlerinin düşmesinin yurtdışı kurumsal borçlanma maliyetlerini azalttığını da unutmayalım.

Sonuç olarak, eğer vahim bir politika hatası yapılmaz ise (fazla erken faiz indirimleri bunlardan biri olabilir) ekonominin normalleşme patikasında ilerlemesini bekleyebiliriz.

Tüm yazılarını göster