✔ Böyle büyük bir felaketin tüm sorumluluğunu yine üç beş müteahhide yıkıp kurtulma peşindeyiz. Böyle yüzeysel bir karar, hiçbir şeyden ders alınmadığını gösterir.
✔ İmar afları ve bu aflarla beslenen beklenti işleri yoluna koyamamanın en büyük nedeni. Müteahhit yanlışlar zincirinde bir halka yalnızca. Yıkılan yapılarda imzası olan herkes ve bu imzaları meşrulaştıran siyasilerin sorumluluğu yok mu yani?
✔ İmar affını Anayasa hükmü olarak yasaklamaktan başka çare yok. Böyle bir af Meclis çoğunluğuna bırakılmamalı, yoksa biz bu aflardan kurtulamayız.
Ne kadar kolay değil mi; sanki birkaç bina yıkılmış gibi hemen o binaları yapan müteahhitleri yakala ve tutukla, tüm sorumluluğu onlara yıkmaya çalış ve büyük fotoğrafı gizle. Aklımız sıra yaptığımız, yapmaya çalıştığımız bu.
Kaldı ki yıkıldığı için can kaybına yol açan tüm binaların müteahhitlerini yakalasanız, yargılasanız ve mahkum etseniz bile sorun çözülmüş mü oluyor?
Sanırsınız ki müteahhit o binayı tek başına yapıyor. Kafasına göre, kimseden izin almadan... Planını çizen de o, inşaatı teknik anlamda yapan da... Ve yine sanırsınız ki inşaatı yapmak için kimseden, örneğin belediyelerden izin de almıyor. O yüzden de bina mı yıkıldı, bulabilirsen müteahhidi bul, cezalandır ve sorun hallolsun! Ne kadar da basit!
Yok böyle bir sistem! Ortada o kadar çok sorumlu var ki...
Bir bina inşa etmek için bir dizi işleme gerek var, bir dizi aşamadan geçiliyor. Müteahhit tüm bu halkaları birleştiren kişi ya da kuruluş.
Peki o halkaların parçalarında eksiklik, çarpıklık varsa... Onları görmezden mi geleceğiz?
Herhangi bir yerde örneğin üç katlı, beş katlı yapılaşma mümkünken niye olduğu tahmin edilebilecek “tamamen duygusal” gerekçelerle bu inşaat iznini özel bir kararla on kata, on beş kata çıkaran belediyelerin hiç mi sorumluluğu yok?
Ya da inşaat yapılması hiç mi hiç söz konusu olmaması veya belli bir katın üstüne çıkılmaması gereken zeminlerde devasa bloklar inşa edilmesine olanak verecek olumlu zemin etüdü hazırlayan mühendislerin sorumluluğu?
Peki inşaatın aşamalarını denetleyenlerin, inşaat bittikten sonra kullanım izni veren belediye yetkililerinin sorumluluğu ne olacak?
Sanki müteahhit her şeyi tek başına yapıyor ve böyle bir yıkımdan da tek başına o sorumlu!
Körfez depremini bir müteahhide yıktık ve rahatladık!
Şimdi de öyle görünüyor ki birkaç müteahhitle bu işten sıyrılma peşindeyiz.
Ama artık yeter! Böylesine kolaycılığa kaçarak kendimizi kandırmayalım!
Müteahhitler tabii ki sorumlu; onların göz yumması, daha çok da baskısı olmasa ne zemin etütleri böyle çıkabilir, ne böylesine çürük inşaat yapılabilir, ne de özellikle belediyeler olmayacak yere, olmayacak kat izni verir. Belli ki müteahhit bu konuda devreye giriyor, “ricacı” oluyor, karşı taraf da bu “ricayı” kıramıyor. Her ricanın da bir karşılığı var elbet.
Dolayısıyla artık yapılması gereken zincirde gördüğümüz son halka olan üç beş müteahhidin üstüne gitmek olmamalı. Kaldı ki hedefe yalnızca müteahhitleri koysak bile sayı öyle üçle beşle sınırlı kalmamalı.
İmar afları... Sonuncusu 2018’de çıkarıldı. Öyle ki, bu af seçim meydanlarında müjde olarak lanse edildi, yetmedi bir de reklam filmi çekildi, tiyatro sanatçılarımız bu “öldüren” müjdeyi güzel bir senaryo eşliğinde sundu:
Sordu vatandaş merakla:
Nasıl da mutlu oldu bir hanımefendi:
Yani barıştık, sorun çözüldü; ama meğer kökten çözüm getirilmiş!
Bu arada Mecliste gündeme alınmayı bekleyen bir imar barışı yasa teklifi daha var. Bir küçük partinin teklifi. Herhalde bu felaketten sonra o teklifi geri çekerler.
Deprem, çatı akması gibi her yağmurda hatırlanacak bir sorun değil ki. Çok büyük bir felaket ama öyle üç beş yılda bir yaşanmıyor. Kimse de başına böyle bir felaket geleceğini düşünmüyor, düşünmek istemiyor.
O yüzden mevzuata uygun yapılmamış binasına af getirildi mi çok doğal olarak bunu memnuniyetle karşılıyor. Zaten tehlikenin çok farkında değil, farkında olsa bile bu tehlikeyi giderebilecek ekonomik güce sahip değil.
Milyonlarca konutun depreme dayanıklı olmadığı biliniyor. Biliniyor da bu sorunu çözmek “Evini yıkacağız, yenisini yap” demekle olmuyor. Kırık dökük evinin giderlerini bile karşılama gücüne sahip olmayan insanlardan yeni bir ev inşası için gereken parayı bulmalarını beklemek, aslında “Biz bu konuda bir şey yapmak istemiyor ve işi yokuşa sürüyoruz, yasak savıyoruz” demektir. Yapılan da budur!
Hadi diyelim vatandaşın ekonomik gücü var; yeni konut alacak ya da eski konutunun kentsel dönüşüme girmesini kabul etti. Dönüşüm için kredi de aldı, bu krediyi ödeyebilecek gücü de bulunuyor. Buraya kadar tamam.
Peki alacağı o yeni konutun ya da dönüşümle inşa edilecek konutun depreme dayanıklı olduğunu nasıl bilecek? Eline tutuşturulan belgeler tamam da, o belgelere güvenebilecek mi? Son felaket gösterdi; daha üç beş yıl, bilemediniz on yıl önce yapılan ve sözüm ona depreme dayanıklı olan konutlar kağıt helva gibi dağılmadı mı? Elbette onlar da “depreme dayanıklı” inşa edilmişlerdi, bu konuda gereken belgeler belli ki bir şekilde alınmıştı.
Tüm değerleri yok edin, güvenilecek bir şey bırakmayın, sonra da vatandaşın oturduğu evi sorgulamasını, incelemesini ve sağlam olup olmadığını belirlemesini bekleyin! Vatandaş bunu kendi kendine yapamayacağına göre birilerine güvenmek durumunda. Ama güvenebileceği kimse kalmamış ki!
Bu demek değil ki vatandaşın hiç suçu, sorumluluğu yok!
Bizde yer açmak için kolon kesmek pek adettendir. Son imar barışında olduğu gibi konutların alt katının işyerine çevrilmesine izin verirseniz, o işyerlerinde geniş alan yaratmak isteyenler de “Ne olacak ki” diyerek kesiverirler kolonları. Sonuç ortada!
Bizde bu siyaset anlayışı olduğu, vatandaş da bu müjdelere prim verdiği sürece aflar bitmez; tabii ki imar afları da... Bu hükümet gider, başkası gelir ve yıllar sonra biz yine imar affını konuşuruz.
Veren razı, alan razı çünkü.
İlk başta “kazan kazan” durumu var.
O yüzden yapılması gereken özellikle imar affına ilişkin düzenlemeye gidilemeyeceği hükmünü Anayasa’ya eklemek. Başka türlü kurtulamayız. Vatandaş baskı oluşturur, siyasetçi oy kaygısıyla buna olanak tanır.
Sonuçta dün imar affı isteyenler bugün diri diri gömülür!
Çare, bu afları kesinlikle gündemden çıkarmaktan ve bu çerçevede oluşan suçları da öyle üç beş müteahhitle sınırlı kalmayacak şekilde tüm imza sahiplerini kapsayacak şekilde genişletmekten geçer.
Çok büyük bir zihniyet devrimine ihtiyacımız var.
Peki bu devrimi gerçekleştirecek irademiz var mı?
Böyle bir felaketten sonra bile deprem bölgesindeki bir büyükşehir belediye başkanının çıkıp “Her şerde bir hayır vardır” demesini duyunca o iradenin çok uzağında olduğumuzu anlıyoruz. Yazık!