Salgın süreci, ekonomik dar boğaz ile birlikte yol almaya devam ediyor. Bu süreçte işletmeler, bir yandan ayakta kalmaya çalışırken diğer yandan yeni normali inşa etme gayretinde… Çin’den boşalan tedarik ağlarında kendine yer açanlara ve kriz şartlarına uyum sağlayanlara sözüm yok. Helal olsun.
Ancak hala eski normalin özlemiyle, salgın öncesi “mutlu, mesut” günlerin geri gelmesini bekleyenlere bir çift sözüm var. Öncelikle eskisi normal değildi, bu yüzden eski anormali beklemekten vaz geçin. İkincisi, yeni normalin kahramanların adımlarını izleyin.
Her mayına basmak zorunda değilsiniz. Zira yeni normalde o kadar çok bilinmez var ki bir bakıma salgın, geleceği mayın tarlasına çevirmiş durumda. Fakat buradan ayağını patlatmadan yol alanlarımızın: rekabet, mülkiyet, katma değer, ölçek, verimlilik, kalite gibi kritik alanların başarılarını izleyebiliriz.
Geçen hafta OSTİM Teknik Üniversitesi’nde düzenlenen “Akıllı İktisadi Planlama ve Sanayi Politikaları (SEPIP)” konferansında; ülke ekonomileri üzerindeki salgın etkisi tartışıldı. Konferans organizasyondan Ege Özkan; “teknoloji, inovasyon ve sanayi üzerindeki ülke deneyimleri paylaşıldı” diyor ve ekliyor; “pandemi sürecinin meydana getirdiği ekonomik tahribata yönelik tedbirler ve çözüm önerilerini belirledik.”
Benim üzerinde durduğum konu, tam da bu: salgının hayatımıza döşediği mayınların tümüne basmak yerine, milli ve küresel tecrübeleri konuşalım ve birbirimizle paylaşalım. Her mayına basmak zorunda değiliz ki…
BİLENİN BİLMEYENE BORCU VAR
COVID-19, demokratik bir virüs. Zulmetmekte son derece adil (!) davranıyor. Herkesi, her kesimi etkilediği kesin. Bu süreçte üretilen “başa çıkma” bilgisi, son derece hayatidir. Hangi şirket veya kurum, hangi tecrübeyi edindiyse, bunu henüz tecrübe etmeyenlerle paylaşmak zorunda…
Virüse aşıyı bulamasak ta ekonomik yıkımına dair tedbirler aşısını geliştirebilir, daha da önemlisi toplu yıkımı önlemek adına paylaşabiliriz.