TÜİK “Büyüdük” diyor, vatandaş “Biz mi” diye soruyor

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ

✔ İlk çeyrekteki yüzde 7.5'ten sonra ikinci çeyrekte de yüzde 7.6'lık büyüme... Yıllık büyüme yüzde 8.2 düzeyinde. Yıllık kişi başına gelir de 9.763 dolar...

✔ İyi büyüyoruz; tamam. Peki ya paylaşım nasıl? İşgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı yüzde 25'e, mevsim etkilerinden arındırılmış halde ise yüzde 21'e inmiş!

Sayılar gerçekçidir ve bu özelliği, ne kadar çekip sündürseniz de sonuçta bir şekilde doğruyu göstermesinden kaynaklanır. Duran saatin bile günde iki kez doğru zamana işaret etmesi gibi sayılar da mutlaka gerçeği ortaya koyar. Böyle bir yönü vardır...

 Sayıların bu özelliğine durup dururken vurgu yapmıyorum. Detaylara eğileceğim; ama önce gelin dün açıklanan büyümeye ilişkin verilere özet olarak bir göz atalım...

TÜİK’in dün yaptığı açıklamaya göre Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte tahminlerle uyumlu bir şekilde yüzde 7.6 büyüdü. Bu arada ilk çeyreğin daha önce yüzde 7.3 olarak açıklanan büyümesi yüzde 7.5’e revize edildi.

İkinci çeyrek sonu itibarıyla son bir yıldaki büyüme yüzde 8.2 oldu. Önceki bir yıldaki büyüme ise yüzde 10.2 düzeyindeydi.

Bu arada son bir yıldaki GSYH 827.7 milyar dolar, kişi başına gelir 9.763 dolar; önceki bir yıldaki GSYH 767.8 milyar dolar, kişi başına gelir ise 9.169 dolar oldu.

Büyüyen kim?

Bir ekonominin iki çeyrek üst üste yüzde 7.5 ve yüzde 7.6 büyümesi elbette olumludur. Aynı şekilde son bir yılda yüzde 8.2 büyüme kaydedilmiş olması da...

Ama şöyle düşünün; bir aile var ve anne-baba çocukları arasında ayrım yapıyor. Ailenin geliri artıyor; yeme içme, kılık kıyafet, seyahat, eğitim; her konuda istenilene ulaşmak mümkün. Ama o ayrım yok mu o ayrım!

Anne-baba tutuyor, bazı ailelerin yaptığı gibi küçük çocuklarını daha fazla önemsiyor, büyük çocuk kendini ikinci plana itilmiş hissediyor, bunu da her alanda yaşıyor.

Büyük çocuk devlet okuluna gitmiş, küçük olan özel okullara gönderiliyor.

Büyük çocuğa “Hele sonra” denilen kıyafetler küçüğe ikiletmeden alınıyor.

Anne-baba küçüğün adeta ağzına bakıyor, ne isterse hemen yapalım dercesine.

Büyük de buna fena halde içerliyor ama yapabileceği bir şey de yok ki. Hala anne-babasının eline bakmak durumunda, o da hala çocuk.

Baba giderek daha iyi para kazanıyor; anne bu sayede daha iyi giyiniyor, küçük çocuk ne dese anında karşılanıyor, büyük olanın istekleri ise kerhen yerine getiriliyor. Küçüğe üç harcanıyorsa, büyük bire razı oluyor.

Büyük çocuğun kafası karışık; “Babam daha zengin artık, evimizi değiştirdik, arabamızı değiştirdik; ama benim durumum neredeyse aynı, yeni evin en küçük odası yine benim, beni niye sevmiyorlar ki” diye düşünüp duruyor.

Aileden ülkeye...

Bir ailede bile böyle gelir paylaşımı bozukluğu olabiliyor. Ya koskoca bir ülkede?

Hem de nasıl olur! Oluyor zaten...

Oturup hiç hesap yapmaya gerek yok. TÜİK zaten açıkladı:

“İşgücü ödemelerinin cari fiyatlarla gayrisafi katma değer içindeki payı geçen yılın ikinci çeyreğinde yüzde 32.6 iken bu oran 2022 yılında yüzde 25.4 oldu.”

Söz konusu oran 2020’nin ikinci çeyreğinde yüzde 36.8 ile daha da yüksekti.

İşgücü ödemelerinin GSYH içindeki payı mevsim etkilerinden arındırılmış hesaplamaya göre ise yalnızca yüzde 21.4. Şimdiye kadarki en düşük paydan söz ediyoruz.

Aile zenginleşmiş; büyük çocuğa verilen cep harçlığı da artmış ama bu artış ailenin zenginliği ölçüsünde olmamış.

Ülke zenginleşmiş; ama işgücü için yapılan ödemeler bu zenginlik ölçüsünde artmamış. Çalışanın cebine giren para artmış artmaya da bu artış ülkenin zenginleşmesiyle kıyaslandığında çok küçük kalmış.

Fazla irdelemeye gerek yok!

İşte o yüzden diyorum ya; TÜİK "Büyüdük" dedikçe vatandaş hayretler içinde “Hadi canım, biz mi büyüdük, ben mi büyüdüm” diye soruyor.

Ama “haklarını” yemeyelim, bunu sormayan büyük bir kesim hala var. Onlar ceplerine giren paraya bakıyor, tek yönlü bir değerlendirme yapıp “Gelirim arttı” diyor ama harcamasına bakmayı bir türlü akıl edemiyor.

Akıl edemeyenler yine iyi; aslında giderine de bakması gerektiğini bilen ve bakan ama buna rağmen sorunu; “kimin yarattığına bakarak” değerlendiren bir kesim de bulunuyor.

Sorunu, o soruna yol açana bakarak değerlendiren ve ona göre tutum alanlar... Bunlar sorunu kabul ediyor; ister ekonomik, ister diğer konular olsun, sonra da buna yol açanın kim olduğuna bakıyor.

Sorunun nedeni olanlarla siyasi görüş örtüşüyorsa sorun adeta unutuluyor, “Canım ne var bu kadar abartacak” durumuna geliniyor. Başlanıyor sorunu yaratanların sıraladıkları gerekçeler tekrar edilerek savunmaya geçilmeye. Aslında bu durumdakiler en çok da kendilerini ikna etme peşinde ya...

Ama şu oluyor tabii ki; bunlar yaşanırken birileri içinde bulundukları durumu hak ediyor etmesine de, kurunun yanında yaş da yanıyor!

Tüm yazılarını göster