20 Ocak’ta ABD Başkanlık koltuğunda artık bir Cumhuriyetçi değil, Demokrat oturmaya başlayacak. Bu değişim sadece ABD’liler için değil dünyanın geri kalanı için de önemli, çünkü Trump herkese karşı tam bir tüccar gibi davrandı. Trump diğer ülkelere ihracatta liberal, buna karşın ABD’ye ihracatta bir merkantilist gibi davrandı. Nitekim Suudi Arabistan 100 milyar dolarlık silah anlaşması yapınca halay bile çekti.
Bu yazının olağan girişi idi. Yazı bitmeden Trump, demokrasi ağalığı yapmayı seven ülkesinde sivil darbe yapmaya yeltendi, bu girişim savuşturuldu, ancak ABD’nin artık hiçbir ülkeye demokrasi dersi vermeye hakkı kalmadı. Çünkü buna yanıt hazır “aynaya bak”.
Trump’un meydan okuma girişiminde yalnız olduğunu zanetmiyorum. Çünkü Beyaz Saray’da oturuyorsanız etrafınız lobi şirketleri ve finans çevrelerince kuşatılır. Bu kuşatmaya razı değilseniz, Oval Ofis’te oturmak da pek mümkün olmaz.
Bu yazının konusu aslında Trump döneminin ekonomi açısından analizini yapmaktı. Bundan dolayı asıl konuya geri dönmek istiyorum. ABD ekonomisi 2015 yılını yüzde 3,1 oranında büyüyerek kapatmasına rağmen Obama koltuğunu bir demokrata değil, bir cumhuriyetçiye bıraktı. Trump “Önce Amerika” (First America) sloganı ile iktidara gelmişti. Bundan dolayı da hemen Çin karşıtlığı politikasına sarıldı, hatta bunu NAFTA ülkelerine kadar uzattı. Trump Meksika’ya giden ABD firmalarını tehdit etti. ABD’li firmaların Meksika yerine kendi ülkelerinde yatırım yaparsa istihdam oranının yükseleceği propagandasını yaptı.
Bu bakış açısı göçmen karşıtlığı tutumuna da dayanak oldu ve Amerikalı işçilerin işini korumak adına Meksikalı göçmenlerin ülkeye girişini engellemek için sınıra duvar çekmeye kalkdı. Halbuki Meksikalı işçiler ABD ekonomisine ciddi katkı vermekte. Hatta göçmenlerin bazıları sermayedar haline geldi. 2017’de yapılan bir araştırmaya göre ABD’de 500 büyük firmanın 43’ü Meksikalı göçmenlere ait.
Trump, Çin’e yönelik uyguladığı politik ve iktisadi baskılara rağmen istediği sonuçları alamadı. Bu süreçte sadece Çin’e baskı yapmakla yetinmedi, Çin ile ticaretini artıran ülkeleri yaptırımlarla tehdit etti. Örneğin Türkiye’de Çin’in bir telefon şirketinin satışlarını artırması üzerine ABD Dışişleri Bakanı kendince bu konuda uyarıda bulundu. Tüm bu çabalar istenilen sonucu vermedi. Trump göreve başlamadan önce ABD’nin Çin ile olan dış ticaret açığı 367 milyar dolardı (2015), açık 2017 de 375 milyar dolara, 2018 de ise rekor artışla yaklaşık olarak 419 milyar dolara yükseldi. Dış ticaret açığı ancak 2019 yılında345 milyar dolara geriledi.
Trump’ın geçen dört yıl boyunca izlediği ekonomik politikayı sadece vergi indirimlerini öne çıkartan (büyük sermaye sınıfı lehine) olarak görmek saf dillik olur. Trump yönetimi Neo-Malthusyen bir tavırla krizden etkilenen, salgın dönemine kadar büyümeden pay alamayanları göz ardı etti. Sağlık sigorta sisteminde (Medicare) yapılan değişiklikler ile devletin temel kamusal hizmet alanını yok etti. Örneğin sağlık sigortası olmayan şeker hastaları insülin alamaz hale geldiler. Sigortasız şeker hastaları insülinin bir şişesi 470 dolara kadar çıkınca, Walmart'tan köpekler için üretilen şişe başına 24,99 dolara satılan insülini satın almaya başladı.
Bir başka örnek; eğitim sistemine ayrılan kaynakların azalması sonrasında üniversite öğrencilerinin harçları dolaylı olarak arttı, öğrenciler aldıkları kredileri ödeyemez hale geldiler. Trump bunu Friedman’ın “bedava öğle yemeği yok (there is no free lunch)” bakış açısı ile yaparken, 2008 krizinin hanehalkı geliri üzerinde yaptığı erozyonu görmezden geldi.
Trump, salgın karşısında yoksullara ve işsizlere yardımda yavaş davrandı, gider ayak 900 milyar dolarlık paketi serbest bıraktı. P Krugman’ın da ifade ettiği gibi “Kriz zamanlarında, tehlike altındaki insanlara devlet yardımı iyi bir şeydir, sadece yardım alanlar için değil, aynı zamanda ülke için de iyi bir şeydir” savını ciddiye almadı.
Trump döneminde salgın öncesinde işsizlik oranı yüzde 3,5 düzeyine kadar gerilemesine karşın reel ücretlerin düşük olduğu niteliksiz işlerde çalışanlar, ortalama çalışma süresinin üzerinde çalışarak refah düzeylerini korumaya çalıştılar. Pandemi döneminde ise çalışanlar daha da kötü duruma düştü. Mayıs ayında işsizlik oranı yüzde 13,5’e kadar yükseldi. Diğer yandan belli sektörlerde artan iş yükü işçileri fazla çalışmaya sürüklerken, aldıkları ek ücretler çok düşük düzeyde kaldı. Buna karşın sermaye sahiplerinin gelirleri artmaya devam etti. Örneğin Walmart çalışanları, pandemi döneminde fazladan çalıştıkları her saat için 0,71 dolar kazanırken, üç Walton’un serveti, uyurken bile saatte 6,2 milyon dolar arttı, yine, Amazon'da fazla çalışma ücreti saatte 0,99 dolar iken J. Bezos'un serveti saatte 11,5 milyon dolar arttı.
Tüccar başkan sonunda darbeciliğe de soyundu, ancak kuralların ve politik sistemin kör topal da olsa işlediği ABD’de bu atağı sonuçsuz kaldı. Koruduğu sermaye sınıfı bile ona sahip çıkmadı. Ancak Trump, ırkçı, çevre düşmanı ve darbeci başkan olarak tarihe geçti.