Donald Trump, dünyanın ve özellikle de ABD’nin bugüne kadar hiç görmediği, farklı bir başkan oldu. Seçim sloganı “önce ABD” olmasına rağmen, yönetim anlayışında ABD’nin tüm kurumsal yapısını, devlet geleneğini bir tarafa bırakıp, ülke dış politikasını kişisel algılara, ilişkilere göre yönetti.
İşte bu yüzden Donald Trump sonrası Ortadoğu’daki pek çok başkentte bir hüzün, bir tedirginlik hakim; Joe Biden’ın Başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte, ABD dış politikasındaki “Trump’ın ortakları” dönemi bitip, “ABD’nin ortakları” dönemi başlıyor.
• Trump döneminde “ortaklar” listesinin önemli ülkeleri Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ydi.
Trump, Suudi Arabistan’a sattığı 200 milyar dolarlık silah ve mühimmat için, “ABD’de binlerce kişiye istihdam” propagandası yaparken, Suudi Arabistan da karşılığında Kaşıkçı cinayetinin üzerinin örtülmesi sağlamıştı. Kendisi küçücük, ama cebi çok büyük BAE’nin Trump döneminden çıkarı ise, -ABD devlet mekanizmasının geriye atılması nedeniyle- Libya’dan Doğu Akdeniz’e, İran’dan İsrail’e kadar tüm bölge politikalarında hayal bile edemeyeceği kadar etkinliğe kavuşak olmuştu.
Joe Biden yönetiminin ilk adımlarından biri “Trump’ın ortağı” bu iki ülke için işleri tersine çevirmek oldu. BAE’ye Trump döneminde söz verilen F-35 savaş uçaklarının satışı ile Suudi Arabistan’a insansız hava aracı ve mühimmat satışları askıya alındı. Mesaj açık; Trump döneminde bölgede başına buyruk iş tutmaya kalkan Suudi-BAE ikilisi, yeniden Washington’un belirleyeceği dış politika çizgisine getiriliyor. Eninde sonunda o uçaklar, o İHA’lar Suudi Arabistan ve BAE’ye verilir. Ancak elbette Amerikan çıkarlarına uygun yeni tavizler karşılığında...
• Benzer bir durum, Trump’ın bölgedeki en büyük müttefiki İsrail açısından geçerli.
İsrail Başbakanı Netenyahu ABD seçimlerinde tüm ağırlığını Trump’dan yana koymuştu. Trump kaybedince onun açısından da işler tersine dönmeye başladı.
Biden yönetimi “iki devletli çözümden yana olduğunu” resmen açıkladı. ABD’nin BM temsilcisi Richard Mills Güvenlik Konseyi’nde yaptığı konuşmada, hem Filistinliler’e Trump döneminde kesilen ABD yardımlarının yeniden uygulamaya konulacağını, hem de ABD’nin Filistin nezdindeki diplomatik temsilciliğinin yeniden açılacağını söyledi.
Trump öncesinde ABD, İsrail Devleti’yle ilişkilerini Tel Aviv’deki Büyükelçilik, Filistin yönetimi ile ilişkilerini de Kudüs’teki ABD Başkonsolosluğu üzerinden yürütüyordu. Trump’ın İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e almasıyla birlikte Kudüs’teki Başkonsolosluk da kapatılıp, Büyükelçiliğin bir parçası haline getirilmişti. Böylece ABD’nin Filistin’le resmi ilişkileri, İsrail devleti nezdindeki temsilciliği üzerinden yürütülmeye başlanmıştı.
Biden’ın Kudüs’teki ABD Başkonsolosluğunu yeniden açma sözü daha şimdiden İsrail’de büyük bir sıkıntı haline dönüşmüş durumda; Netenyahu hükümeti, Başkonsolosluğun açılması halinde bunun ABD açısından Filistin’in de yeniden tanınacağı iki devletli çözüme resmen dönüş anlamına geldiğinin farkında. Diğer taraftan, Kudüs’te hali hazırda açık olan ABD Büyükelçiliğini göstererek, “aynı Başkentte iki ayrı devlet nezdinde temsilcilik olmaz” kozunu oynaya kalkıp, Biden yönetimini daha ilk günden kızdırmak da İsrail açısından çok riskli. Tam bir çıkmaz..
• Trump’ın “gizli ortağı”-2016 seçimlerindeki Rus müdahalesi iddiaları malum- Rusya açısından da Biden dönemi, özellikle Suriye’de, yeni yaklaşımları da beraberinde getiriyor.
Suriye’de, Fırat’ın doğusunda kalan bölgede Trump döneminde Rusya-ABD arasında, resmen hiç açıklanmayan bir “uzlaşma” yaşandı. Trump, bir yandan Türkiye’de iyi ilişkiler içinde olduğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı memnun etmek, diğer yandan “gizli ortağı” Putin’in elini rahatlatmak için olmalı, Pentagon’un tüm muhalefetine rağmen, Suriye’deki Amerikan askerlerini geri çekmeye kalktı. Çekti de. Amerikan bürokrasinin son andaki müdahalesiyle bir avuç denebilecek kadar Amerikan askeri kaldı bölgede.
Trump, Fırat’ın doğusundaki PKK terör örgütü uzantısı PYD-YPG kontrolündeki topraklara yönelik Türkiye’nin askeri operasyonlarıyla “uğraşma” işini de Moskova’ya bıraktı. (Türkiye’nin Resulayn/Tel Abyad hattındaki Barış Pınarı Harekatı döneminde, ABD askerlerinin çekildiği yerlere Rus askeri polisinin yerleşmesi, Amerikan konvoyu bölgeden çıkarken, yolda Rus konvoyuyla karşılaştığı görüntüler hala hafızalarda.)
O dönemde Moskova’nın kurduğu baskıyla birlikte PYD-YPG unsurları kontrol ettikleri şehirlerde Esad yönetimine de yer açmak zorunda kalmış, şehirlerdeki bazı binalara Şam rejimini simgeleyen Suriye bayrakları çekilmişti.
Joe Biden’la birlikte ABD askeri güç olarak PYD-YPG kontrolündeki bölgelere de geri dönme eğilimine girdi; Biden’ın yemin etmesinin üzerinden daha bir hafta geçmeden çok büyük bir askeri mühimmat konvoyunun PYD-YPG kontrolündeki bölgeye geldiğine ilişkin haberler/görüntüler ortaya çıktı.
Bitmedi; Washington’dan güç alan PYD-YPG militanlarının da Fırat’ın doğusunda Esad yönetimi bayrağı çekilmiş binaları muhasara altına almaya başladıkları haberleri gelmeye devam ediyor.
ABD seçimlerinden önce açıkça Trump’dan yana tavır alan AK Parti hükümetinin ne Biden, ne de ekibiyle seçimi kazandıkları kesinleştikten sonra doğrudan temas kuramamalarını da buna ekleyin; Joe Biden, seçildiği kesinleştikten sonra, kendisini 10 Kasım’da bir mektupla tebrik eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a herhangi bir yanıt yazmadı. Başkan olduktan sonraki ilk hafta da, ne kendisi, ne de yönetiminde görev alan bakanlar, telefonla aradıkları dünya siyasetçileri arasına Türkiye’den kimseyi dahil etmediler.
Bu açıdan bakınca, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in geçen haftaki, “Türkiye’deki Amerikan karşıtlığı sebebinin AK Parti olduğuna dair açıklamalar, değerlendirmeler yanlıştır” çıkışı da, “Türkiye’de anti-Amerikanizm söz konusu değildir” cümlesi de daha bir anlam kazanmıyor mu?