Trump kazanabilir mi?

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

ABD seçimini Trump kazanabilir. Önemli noktalara bakalım. İlk olarak şu var: ABD’de seçime katılım oranı daima düşüktür. Örneğin 1988’de yüzde 50.3; 2016’da yüzde 55.6. Bu durum ‘seçmenini sandığa götürmenin’ çok önemli olduğuna işaret ediyor. Trump bu nedenle uzaktan oy verilmesine karşı çıktı ve kaybederse normal yoldan devir-teslim yapıp yapmayacağı ilk tartışmanın 6 maddesinden birisiydi. Gerçi eskiden olduğu gibi bir tartışma olduğu söylenemez. Trump sürekli konu dışına çıkan, mantık kurallarını ihlal eden –argumentum ad hominem en çok görüleni- ve rakibinin sürekli sözünü kesen birisi. Ancak bu durum taraftarları için sorun değil; hatta belki bu yüzden popülerliğini hala bir derecede koruyor denebilir.

Neden? Trump genel olarak “white trash” denilen kalabalık kitleyi arkasına aldı. ‘White trash’, ‘hillbilly’ veya ‘redneck’ ile aynı şey değil ancak bunları da içerecek kadar geniş bir kitleye gönderme yapan bir deyim haline geldi. Mesela salgının gerçek olduğuna inanmayanlar, ısrarla maske takmayanlar –maske takmanın özgürlüğe aykırı olduğunu iddia edenler de var- bunlardan çıkıyor ki sanıyorum hiç de “Güneyli” veya “Dağlı” olmaları gerekmiyor.

İkincisi, adayların bire bir TV tartışmalarının önemli oluşudur. Tartışmalar önemli çünkü son ankete göre Biden sadece 2-4 puan öndeydi. “Seçmen koleji” sistemi nedeniyle Biden zaferinin garantide olması için ulusal ölçekte 5 puan kadar fark atması gerektiğini hesaplayan modeller var. Meşhur 1960 Kennedy-Nixon TV tartışmasının etkisi kadar ani etki artık görülmüyor –o tartışma ilk TV tartışmasıydı- ama yine de önemli. O tartışma favori Nixon’un kaybetmesine yol açan tartışma olarak biliniyor çünkü ülke ilk defa adayları TV’de birlikte görmüştü. Kennedy genç ve dinç, Nixon yaşlı ve yorgun olarak algılanmıştı ki bunda Nixon’un gerçekten hastalanmış oluşu ve buna rağmen ısrarla makyaj yaptırmaması etkiliydi. Sonlara doğru büyük farkı kapatmanın bir başka örneği 1988 seçiminde yaşandı: Dukakis 15 puan öndeyken Bush –2000 yılında kazanan Bush’un babası- son iki ayda gelip geçti.

Üçüncüsü, ABD’de “seçmen koleji” sistemi var. “Seçmen koleji” sistemi nedeniyle Biden zaferinin garantide olması için ulusal ölçekte 5 puan kadar fark atması gerektiğini hesaplayan yorumcular var. 2016’da Clinton 2,1 puan daha fazla oy almasına rağmen delegelerin sadece 227’sini toplayabilmişti –Trump 304. Bu sefer böyle olmayabilir çünkü kararsızlar daha az ve öngörmek daha kolay gibi görünüyor. Ancak yine de çekişmeli geçecek gibi görünüyor çünkü toplamda daha fazla oy alsanız da kaybedebiliyorsunuz ki son örnek 2016 seçimleridir. Yani genel olarak kendi seçmenini oy vermeye ikna etmekten daha önemlisi kritik eyaletlerdeki seçmeni ikna etmek. Zaten kazandığınız eyalette milyonla insanı fazladan sandığı götürseniz de fark yaratmıyor. Yani “Trump karşıtları Trump taraftarlarından fazla” gibi bir laf etmek ve buna güvenerek Biden’ın kazanacağını düşünmek hiçbir şey ifade etmeyebiliyor. Önemli olan bir Demokratlara bir Cumhuriyetçilere geçen veya farkın şu anda az olduğu eyaletler.

Son olarak, Trump’ın bir “anormallik” olduğu kanısında değilim. 1972 seçiminde senatoya seçilen ve o günden beri ya senatör ya daha üst görevde olan Biden kadar “devletli” olmasa da Trump da hem topluma hem devlete bir derecede “içsel”: Uzun yıllardan beri tanınan, bilinen, 1990’ların filmlerinde bile adı geçen –genellikle dalga geçilen ama tanınan- bir iş adamı. Aday olması bile “eski ABD” için tuhaf idi ancak ne ABD eski ABD ne dünya eski dünya. 31 yaşında senatör olarak göreve başlayan Biden’ın –en genç senatör- bunca yıl sonra 78 yaşında başkan olmaya soyunması aslında Trump’a karşı onu “süpürecek” bir aday çıkarıl(a)madığının kanıtı. Trump kazanırsa 74 Biden kazanırsa 78 yaşında yemin edecek. Bakalım ne olacak. Garanti Biden kazanır denebileceğini sanmıyorum.

Tüm yazılarını göster