İktisatta “imkansız üçleme” de denilen üçlem kavramı (Türkçe’de dilemma’ya ikilem diyorsak, trilemmaya da “üçlem” dememiz gerekiyor) bir ekonomide sermaye hareketleri serbest iken aynı anda bağımsız bir para politikası ve sabit bir döviz kuru rejiminin var olamayacağını ifade eden bir kavram. Türkiye’de sabit kur rejimi yok, ancak kur seviyesindeki oynaklığa (=TL’nin değer kaybetmesine) döviz satışlarıyla müdahale eden bir merkez bankası var. Para politikası ise olabildiğince bağımsız. Öyle ki şu anda belki de dünyadaki en yüksek negatif faiz Türkiye’de. (Resmi enflasyon yüzde 10.94. 12 ay sonrasının beklenen enflasyonu yüzde 9.2. Merkez Bankası’nın ortalama fonlama faizi ise yüzde 8.25 (ki bu birkaç gün içinde 8’in altına düşmüş olacak.) Net (vergi sonrası) 1 aylık mevduat faizi ise yüzde 6.2 civarında. Beklenen enflasyona göre hesaplasak bile politika faizi yüzde 1, mevduat faizi ise yüzde 3 kadar negatifte!)
“İmkansız üçleme” altın harflerle yazılmış bir kanun falan değil. (Zaten iktisat biliminin genelinde her zaman ve şart altında geçerli bir kanun var mı, emin değilim.) Eğer planlı ve koordineli hareket edilirse bir süre için “trilemma” içinde hareket edilebilir. Bunun için ise sermaye hareketleri ile ilgili bazı “geçici” tedbirler almak gerekir. (Ancak para piyasaları birbirleriyle yakın etkileşim içerisindedir. Bu nedenle alınan bir tedbirin diğer piyasalar üzerindeki etkilerini de hesaba katmak gerekir.) Eğer üçlem içerisinde hareket etme zorunluluğunuz varsa ve de döviz rezervleriniz düşük ise ilk kontrol etmeniz gereken döviz talebidir. Özellikle, iç talebi ayakta tutmak için reel faizleri bu kadar eksiye düşürdüğünüz bir ortamda.
Döviz talebi içeriden veya dışarıdan kaynaklı olabilir. Örneğin, negatif TL faizler karşısında hane halklarının döviz tevdiat hesabı (DTH) ve altına yönelmesi iç kaynaklı bir talep. Bankacılık sistemi içinde kaldıkça bu talebi bir süreliğine “çevirebilecek” bir swap mekanizması var. Sorun dövizin sistemin dışına çıkmasında (yastık altı ve/veya yurtdışı.) Bu bağlamda, getirilen yüzde 1’lik Tobin vergisini yanlış bulmuyorum. Öte yandan, dövizde kalmak isteyen yerlilerin rasyonel bir şekilde TC Eurobond’larına yönelmiş olmasının istenmeyen bir etkisi de ellerinde TC Eurobond tutan yabancıların “çıkışı”nı kolaylaştırıyor olması. (Keza, aynı şey borsa için de geçerli.) Hazine’nin yerli yatırımcılara yönelik olarak döviz kağıdı çıkarması bu talebi absorbe etmesi açısından önemliydi. Nitekim, dün böyle bir ihraç gerçekleştirildi.
Dış kaynaklı döviz talebi konusunda ise en çabuk ve güçlü tepki veren mecra “sıcak para” olarak adlandırdığımız yabancıların menkul değerler piyasalarındaki yatırımları. Şahsen özellikle bizim gibi disiplin zafiyeti olan gelişmekte olan ülkeler için “sıcak para” meselesini büyük bir “lanet” olarak görüyorum. Maalesef görünürde işler iyiyken ülkeye giren sıcak paranın yerel parayı olması gerekenden güçlü tutarak yarattığı “afyon” etkisinin cazibesine kapılan hükümetler bu konuda gerekli tedbirleri “zamanında” almaktan imtina ediyorlar. Sonra defalarca yaşadığımız gibi bir “sudden stop” durumu olduğunda, al başına belayı. Üstelik bu durum çoğu zaman ekonomiyi ne kadar iyi yönettiğinize veya reel faiz oranınızın ne olduğuna da bağlı değil. Bir GOP’ta satış yapamayan bir yabancı piyasaları daha derin, likiditesi daha yüksek başka bir GOP’ta satış yapıyor. Bu noktada bu konuda söyleyebileceğim tek şey, son dönemde yabancı çıkışları o kadar arttı ve dolayısıyla ellerindeki tahviller o kadar azaldı ki, bugünden sonra aynı miktar ve hızda çıkış görme ihtimalimiz oldukça az.
Dediğim gibi “trilemma” ortamında hareket edebilmek için sermaye hareketleri konusunda bazı “sıkıştırmalar” yapmak zorundasınız. Hükümet de bunları yapıyor (döviz alım-satım vergisi, bankaların yurtdışı işlemlerine kısıtlamalar, gümrük vergisi artışları vs.) Bu konuda “90’lı yıllardan beri büyük uğraşlarla TL’nin konvertibilitesini artırdık, bankalara getirilen kısıtlayıcı kurallarla bu kazanımları neredeyse bir gecede yitirdik” diye üzülenler de oldu. Hiç üzülmesinler, bir ekonominin gücü ve itibarı konvertibilitesi ile ölçülmez. Tam tersi geçerlidir. Bir ekonominin gücü ve itibarı ne kadar artarsa parasının konvertibl olması o kadar mümkün olur. Maalesef, bizim paramızın dünyada Güney Kore Won’u kadar işlem görüyor olması, bizim ekonomimizin Güney Kore gücünde olduğu anlamına gelmiyor. Göreceli zayıf bir ekonominin parasının konvertibl olması, yarardan çok zarar bile getirebilir.