Göbeklitepe’de ortaya çıkartılan “tapınak” hem gayet eski, hem de gayet ilginçti. Yerli yabancı popüler ve akademik yayınlara konu oldu. İnsanlık tarihinin ne kadar gerilere gittiğine ilişkin tartışmalara enerjik bir boyut kattı. Ama acaba “tek bir tapınak” üzerinden yapılan bu yorumlar, “20 tane daha ‘böyle’ tapınak orada bulunsa” nasıl olurdu?
Varsayım için bile “uçuk” görünen bu sorunun arkasında, somut bir bulgu var: Göbeklitepe’de 300 metreye 300 metre (90 bin metrekare) bir alanda “yeraltı radarı” ile yapılan araştırmada en az 20 tapınak daha olduğu anlaşılıyor. Bu radar, gözle görülemeyen gizli oluşumları sadece gölge olarak saptadığı için, o gölgenin “neye ait” olduğu ancak kazılarla anlaşılacak (https://cutt.ly/lolmyJk).
Yeraltı radarı (Ground Penetrating Radar-GPR, veya jeoradar) denilen cihaz, ismi üstünde, yerin altındaki oluşumları, radar görüntüsü gibi gösteriyor. Cihaz sadece “orada bir şey var” diyor, o kadar: Arkeologlar için ekran başında bir ipucu bu.
Bu icattan önce, arkeolojik kalıntı alanının “neresinin” kazılacağı bilimsel bilgiye, teorik varsayıma/hipoteze, rastlantıya, hatta efsaneye (Örneğin: Truva) kalıyordu. Bugün ise, insan gözünün göremeyeceği yerleri görmek elektronik cihazların işi.
Ülkemizde de bu yöntem giderek daha sık kullanılıyor. Örneğin, 20 yıl önce 2002’de Efes kazılarına katılan Viyana Üniversitesi Merkez Araştırma Enstitüsü Jeofizik Kürsüsü Başkanı Dr. Sırrı Seren’in şu sözleri, ileri teknolojik arkeolojinin geldiği aşamayı özetlemişti: “Jeomanyetik ölçü sistemiyle yerin altının adeta röntgenini çekiyoruz. Yeraltındaki taş tuğla duvar ve yolları, tüm ayrıntıları tespit edip görebiliyoruz. ‘Burası arkeolojiktir, değildir’ tartışmaları sona ereceği için boşuna kazı yapılmayacak.” (Milliyet/İzmir,16.05.02)
Aradan geçen yıllarda bu teknoloji daha da gelişti. Şimdi, radarın bir de kardeşi var artık: Üç boyutlu lazer (LIDAR) ile, aşağılarda neler olduğu “artırılmış gerçeklikle” ayrıntılı görülüyor. Örneğin, Roma İmparatorluğu’nun, bugünkü Romanya’da Daçya egemenliğini dize getirmek için kurduğu büyük kışlanın yeri tahmin ediliyordu, ama saptanamamıştı. Havadan çekilen fotoğraflar sadece dağ-tepe yoğun bir orman gösteriyordu. Ama LIDAR kullanılınca, ekranda ağaçsız bir taban ve daha aşağılardaki Roma kışlasının temelleri görüldü. İleri teknoloji, kışlanın yerini 2 bin küsur yıl sonra ilk kez göstermiş oldu (https://cutt.ly/goxNPPS).
2008’den itibaren Amerikan Uzay ve Havacılık Kurumu (NASA) bazı uydularından sağladığı görüntüleri arkeologlara açtı. Adına “Uzay Arkeolojisi” gibi tuhaf bir isim verdiler bu hizmete. Uzaydan çekilen fotoğraflarda, üzeri yapılaşmayla örtülmemiş alanların “altında” neler olduğu görülmeye başlandı. Daha önce 1900’lerde balonla, 1920’lerde uçakla başlayan gözlemler, daha yükseklere taşındı böylece.
Bu konuda uzmanlaşan 40 yaşındaki Amerikalı arkeolog Prof. Sarah Parcak (Alabama Üniversitesi) sadece uydu görüntülerinden Mısır’da yer altında kalmış 17 piramit, bini aşkın mezar, 3 bin “kayıp yerleşim yeri” buldu. 10 yıldır dünya çapında ünlenen Parcak, 2019’da yayınlanan son kitabında arkeolojinin “uzaydan araştırma” boyutunu anlatıyor.(https://cutt.ly/Upee4g3).
Uzmanlığı, elbette TED Konferansları’nın dikkatini çekti. 2016’da TED’in 1 milyon dolarlık araştırma ödülünü kazandı. Bu parayla GlobalXplorer adlı bir kitle kaynak (crowdsourcing) sitesi kurdu (https://cutt.ly/ypephOA). Uydulardan sağlanan görüntüleri uzman/amatör arkeolog/meraklılar bu site üzerinden değerlendirecek.
Prof. Parcak’ın, uydu görüntülerinden yola çıkarak “yerini” bulduğu önemli yapılardan biri de Roma İmparatorluğu’nun başkenti Roma’nın limanı Portus. Roma Dönemi’ndeki kıyı zamanla 5 kilometre batıya kaymış. Bugün, Portus’un üzeri Roma havaalanı ve yöresindeki yapılaşmayla örtülü. Ama Portus’tan Roma’ya açılan dümdüz bir kanal olduğu, gemiyle getirilen ürün/yükün hem (Roma’dan geçen) Tiber Nehri’nden, hem de limandan Roma’ya giden bu kanaldan taşındığı, uydu görüntülerinden anlaşıldı: Üstelik bunun 34 kilometre uzunluğunda, 90 metre eninde “Roma Dönemi’nde kazılan en büyük kanal” olduğu da… Ayrıca, gemicilere geceleyin limanı gösteren deniz fenerinin “yeri” de saptandı. Fenerin yüksekliğine dair tarihi bilgi yoksa da uzmanlara göre en az 120 metre olabilirmiş.
Bu konudaki en yeni bulgu yine Roma Dönemi’nden geldi: Yeraltı radarı sayesinde Roma’nın 50 kilometre kuzeyindeki Falerii Novi şehrinin yeraltında kalan 30 hektara yayılan temellerinin ayrıntılı fotoğrafı çekildi. O kadar ki kurşundan yapılmış su boruları bile görülüyor. Kazma vurmadan, toz-toprağa bulanmadan, ekran başında arkeoloji örneği oldu. Şehrin yeri zaten biliniyordu. Burada “yeni” olan, havadan yerin altını görüntüleme becerisi. Ve tabii, en büyük şans: Tarihi bölgede yapılaşma olmamış, aynen korunmuş (https://cutt.ly/opeYilO).
Ülkemizde de arkeoloji için yeraltı radarı kullanımı, kazılarda ve çeşitli amaçlı araştırmalarda yaygınlaşıyor. Örneğin 1914 Sarıkamış, 1915 Çanakkale, 1921 Haymana/Ankara savaş alanlarında yeri belirsiz toplu mezarlar bu yöntemle adım adım saptanıyor: Çanakkale Savunması sırasında Anadolu yakasındaki Kumkale’ye çıkartma yapan Fransızlarla çatışırken ölen 619 er ve subayın toplu mezarı 104 yıl sonra bu yöntemle bulunabildi (https://cutt.ly/YolLlyT).
Yerin altını radar veya başka yöntemlerle araştırma konusunda Türkiye kaynaklı ama yurtdışında daha yoğun ilgiyle karşılanan ilginç ve medyatik bir “gizem” de var: 1959’da çekilen, Ağrı Dağı yöresini gösteren bir fotoğrafta “gemiye benzer bir şekil” gözlenmişti. Acaba bu şekil, Nuh’un Gemisi miydi (?!). Sümerler döneminden Gılgamış Destanı’ndan, Tevrat, İncil, Kur’an’a ve yerli/yabancı folklora mal olan bir efsanenin kanıtı olabilir miydi?
Fotoğrafı Türkiye, Hayat Mecmuası’nda Temmuz 1960’da, dünya ise Amerikan LIFE dergisinde Eylül 1960’da gördü. [Amerikalı film yapımcısı Walt Disney’in bu yayından sonra 1959’da fotoğrafı ilk inceleyen İlhan Durupınar adlı subaya “Size bir tema parkı yapayım, havaalanı yapayım, oraya 50 milyon dolar yatırayım” diyen bir mektup yazıp, “Ülkeniz bütün insanlığın ziyaret merkezi olur” dediği doğru https://cutt.ly/yoyOa2l].
Yöreye amatör veya akademik arkeologların yoğun ilgisi üzerine hükümet, bölgeyi SİT alanı ve açık hava müzesi ilan etti (1987). Ama konu, 60 yıldır güncelliğini yitirmiyor. Örneğin Doğubayazıt ilçesinde 120 dönüm arazide bir Nuh Tufanı ve Gemisi odaklı turizm kompleksi var. Özellikle ABD kaynaklı turlar yapılıyor (https://cutt.ly/8popJ1u). Ayrıca, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi’nin 28 Mayıs’ta düzenlediği “Uluslararası Göç Filmleri Festivali” açılışında Nuh Tufanı’ndan “insanlığın ilk göç hareketi” diye söz edildi. HongKong’da Nuh’un Gemisi tema parkı bile kuruldu (https://cutt.ly/Qpe80XH). Hollywood filmleri ise cabası…
Nuh’un Gemisi’nin (?) ilk fotoğrafından sonra “esas” fotoğrafları Ara Güler çekti. Halen İzmir’de Arkas Sanat Galerisi’nde “Ara Güler-Merhaba İzmir” sergisinde bu fotoğraflar da var. Konuya arkeolojik açıdan bilimsel yaklaşımların sonuncusu jeofizikçi John Larsen ve arkeolog Andrew Jones’un 2019’da medyaya yansıyan araştırması oldu: Elektriksel direnç tomografisi ile dağdaki oluşumun üç boyutlu görüntüsünü aldılar. Gemi gövdesini andıran (?) görüntünün uzunluğu 157 metre, eni 26 metre, yüksekliği 15 metre hesaplandı (https://cutt.ly/apruu6D). [Bu gizemli öykünün ayrıntıları için Cem Sertesen’in “Hepimiz Aynı Gemideydik” adlı kitabına bakınız].
Dağ kenarındaki oluşum her ne ise, arkeolojik bir kazıyla incelenmesi gerekiyor. Arkeoloji için uzaydan görüntü, yeraltı radarı evet olmazsa olmaz bir ekran desteği, ama gerçek arkeoloji için ille güneş altında toz-toprak, kazma-kürek şart.•