Toplama kampları ve ölçek ekonomisi

Kerem ÖZDEMİR KEREM İLE İŞİN ASLI

Bilişim 500 şirketlerinin gelirinin 716 milyar liraya ulaştığının açıklandığı etkinlikte konuşmaları dinlerken aklıma toplama kampları ve ölçek ekonomisi geldi. Öldürecek yeterli sayıda köpek bulunabilirse, Türkiye bunun üzerine bir iş modeli kurgulayabilir.

Bundan 20 ila 50 yıl sonrasında insan nüfusunun ne kadar büyük bölümünün şehirlerde yaşayacağı tahminleri üzerine oturan yeni ekonomi ve kalkınma modellerinin temelinde ölçeği yakalama eğilimi yer alıyor. Aynı durum köpeklerin öldürülmesi ile yaratılmaya çalışılan ekonomide de var. Yeterli ölçek yakalanabilirse, bunun üzerine bir ekonomi kurgulanabilir. 

Toplama kampları, zamanında Almanya’da böyle bir işlev gördü. Ülkenin kalkınması ve çocuklarının geleceğinin kurtarılması için önce yaşlılardan kurtulup bakım maliyetlerini azaltma yaklaşımı ile başlayan proje, daha sonra serveti elinde bulunduranların tasfiyesine evrildi. Böylece sistemin sürmesi için bir kaynak oluşturulmuş oldu ve Almanya bir süre güçlendi. İnsanların toplama kamplarında öldürülmesi için kurgulanan sisteme öldürücü gazı sağlayan şirket veya şirketler, bu işten para kazandı mı bilmiyorum ancak Birinci Dünya Savaşı’nda ve daha sonra ikincisinde bu tür gaz kullanıldığına göre, bunu üreten şirketlerin ayakta kalmasının sağlandığını düşünebiliriz. 

Köpekleri öldürme projesinde yaratılabilecek tek faydanın bu olacağını düşünebiliriz çünkü bu hayvanların sökülecek altın dişleri, kazınacak saçları ya da çalınacak ziynet eşyaları bulunmuyor. Bir de bu işlerde çalışacak olanların istihdamını bir değer olarak düşünebiliriz.

Ancak burada ölçek önemli; çok sayıda köpeği öldürebilirseniz, para kazanırsınız. Üretim sistemlerinin gelişimi içinde bu modelin işe yaradığını biliyoruz. Örneğin sanayi devrimi, malların üretim süresini kısaltıp fiyatını düşürdüğü için bu malların daha geniş bir kitle için erişilebilir hale gelmesini sağlayıp yeni bir tüketici kitlesi yaratarak değerini oluşturmuştu. Böylece bir yandan üretim, sanayi makinelerinin üretim kapasitesinin daha yüksek oranda kullanılmasını sağlayacak şekilde artarken diğer yandan toplam kâr yükseliyordu. Bu, ideal bir sistemde birim başına kârlılığı önemsemeden yüksek kâr elde etmeyi sağlıyordu. İdeal olanı bozan ise, pazarın doyması veya hammadde alanında yaşanan sıkıntı olabiliyordu. Bir de sabotaj yapan sabotörler vardı tabii. Bunlar makinenin başında uzun süre bulunarak makinenin çalışmasına destek olmak zorunda olan ancak işe kattıkları değerin düşük olduğu düşünüldüğü için düşük ücretle çalışan işçilerdi; bildiğiniz insanlardı. Bunlar, yine toplama kamplarına benzer fabrika yapılarında bir araya getiriliyor ve günde 14 saate varan çalışma süreleri ile posası çıkana kadar çalıştırılıyordu. Onlar da ayaklarına giydikleri saboları makinelerin hassas parçalarına vurarak üretim araçlarını kırmaya çalışıyorlardı. Bu bir intikam mıydı, yoksa işe verebileceği zararı göstererek kendi değerini kanıtlama çabası mıydı; bilmiyorum. Bu insanların genç yaşta ölmesine neden olan çalışma modelinin onları üretici güç değil hammadde olarak gördüğünü, ancak bugün kaybetme aşamasına geldiğimiz yaşam koşullarımız sayesinde anlayabildik. Şu anda köpeklerin böyle bir hammadde olarak kullanılması ile köpekleri zehirleme sektörü oluşturulmaya çalışılıyor. 

Sınai toplama kamplarının getirdiği iki yenilik

Sanayi devrimine dönersek, üretimin toplama kampları iki yeniliği ortaya çıkardı. Birincisi, giyim tarzı ile ilgili. Bugünkü modaya da yansıyan dar elbise giyme, şalvar tarzı bol elbiseler içinde yaşamanın yerini aldı. Tarlada çalışırken rahat eğilip kalkmak için bol elbiseler giyen insanlar, işçi olarak çalıştıkları fabrikada elbiseleri makinelerin dişlilerine takılıp iş kazasında kolunu bacağını kaybetmeye ya da öldükçe, makinelere takılmayacak elbiseler yapıldı. 

İkincisi de, ilginç bir ideoloji olarak sosyalizmin ortaya çıkması oldu. Birçok fazileti ile anlatılmasına karşın sosyalizm, aslında işçilere ve halka ancak birlikte hareket ettiklerinde karşılarındaki ekonomik ve siyasi yapıya karşı durabileceklerini gösteren bir toplama kampıydı. Grevler başta olmak üzere çeşitli araçları kullanarak kendisine yapılan haksızlığa karşı koyabilen bu kitleselleşmiş bireyler topluluğu, kendisi bir üretim modeli oluşturmaya kalktığında ne kadar başarısız olduğunu Sovyetler Birliği deneyiminden biliyoruz. Korkut Boratav’ın Sovyet üretim planlama modelinin başarısız olduğunu düşünmemi sağlayan kitaplarını üniversite yıllarında okuduğumu hatırlıyorum. Kendisinin ya da bir başkasının kitaplarından biri olabilir; toplu iğne üretiminin planlaması bile, farklı Sovyet cumhuriyetlerinde farklı üretim ve siyaset yetkilileri tarafından planlandığı için, bir yılda yapılacak üretime o yıl içinde başlanamadığı örneği benim için çok çarpıcıydı. Bir diğer çarpıcı örnek ise, Doğu Bloğunun güzide ülkesi Romanya’nın Sovyetler Birliği’nin çökmesinin öncesinde ticaretinin yüzde 80’den fazlasını kendi bloğunun ticari yapılanması COMECON ile değil, Batı Bloku ile yapmasıydı. 

Yıllar sonra ABD’de bir teknoloji toplantısında boş günümüzü araba kiralayan Romanyalı arkadaşlarla geçirdiğimde konunun vahametine daha iyi hâkim oldum. Bir Türk arkadaşım da vardı ve biz biraz daha outlet tarzı yerlere gitmek isterken onlar perakende zinciri Target’a gitmek istiyorlardı. Önce eyaleti bilmediğimiz için yanlışlıkla Target’ın bölge yönetim merkezine gittik. Daha yakın olduğu için tercih ettiğimiz bu destinasyon yanlıştı. 

Daha sonra bulduğumuz Target’ta biz alacak bir şey bulmazken, onlar çikolata ve küçük ıvır zıvırları topladılar. Dayanamayıp sorduğumda, Komünist rejim zamanında çocuklara çikolata almak için bile partinin bölge yetkililerine rüşvet vermek zorunda kaldıklarını ve ancak bu rüşveti verdikten sonra bu kişinin dolabından çıkardığı çikolatayı alabildiklerini anlattı. Sosyalizm, insanların rahatça seçim yapabileceklerini düşündükleri ve kapitalizmin en gelişmiş araçlarından biri olan süpermarkete dayanan ekonomiye sadık insanlar yaratmıştı çünkü özgürlüğün orada olduğu bilinçlerine ve bilinçaltlarına kazınmıştı. Malların toplama kampı olan süpermarketleri anlamak istiyorsanız, Ferhan Şensoy’un liderliğindeki Ortaoyuncular’ın Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı oyununu izlemenizi öneririm.  

Toplama kamplarına dayanan iş modeli ile hareket eden totaliter rejimlerin arızalarını değiştirebilecek bir unsur olduğu için bilişim, bugün önem vermemiz gereken bir konu ve Bilişim 500 toplantısında dinlediklerime bu nedenle büyük önem veriyorum. 

Yeni bir normal yaratma faktörü olarak bilişim

Bilişim, kapitalist ve sosyalist modelleri birleştirerek insanların topluluk içinde birey olarak üretebilecekleri ve var olabilecekleri yeni bir modelin altyapısını sunuyor. Bunu nereden anlıyoruz: Neredeyse bütün resmi açıklamalarını X üzerinden yapan bir hükümet, Instagram’ı kendi vatandaşlarına ve ülke sınırları içinde bulunanlara kapattığında, bunun rakibi olan sosyal medyalarda engelin nasıl aşılacağının videolarını ve açıklamalarını yayınlıyorlardı. Bunun bir benzerini yıllar önce Çin’deki insanların internete konulan engelleri aşmalarına yardımcı olmak için geliştirdikleri maskeleme olanaklarında görmüştüm. Üzerine yazdığım örnekte kullanılan yazılım, Çinlilere, uluslararası haber içeriklerini okurken izleme otoritesinin onların örneğin Japonya’daki bir herhangi bir e-ticaret sitesinde ürün baktığını sanmasını sağlıyordu. Bunun Çinlilere verdiği asıl zararın, Romanya tarihindeki örnekteki gibi kendilerine özgürlük sağlayacak gücün başka bir ülkenin insanların ya da rejimi olduğunu sanmalarına neden olmasıydı. Dolayısıyla bizim bilişimi doğru anlayarak ülkeyi ileri taşımak için bir kaldıraç haline getirmemiz gerekiyor.

KoçSistem Genel Müdürü Mehmet Ali Akarca’nın önemli bir yorumu, bu kaldıracın tasarlanmasında çok daha farklı boyutlara odaklanabileceğimizi anlamamı sağladı. Listenin yüzde 20’sinin yeni şirketlerden oluştuğuna yönelik değerlendirmenin ardından Akarca, “Bilişim 500, Bilişim 600 olmadığına göre, 100 şirket de listeden düşmüş demektir” yorumunu yaptı. (Araştırmayı okuyunca bu yıl araştırmada yer alan yeni şirket sayısının aslında 74 olduğunu görüyoruz.) Bu tablo, Bilişim 500’ü sadece bilişimciler için değil iktisatçılar ve akademisyenler için de önemli bir araştırma bazı haline getiriyor. Hangi işleri yapan bilişim şirketler büyürken hangileri küçülüyor sorusu kadar geçerli modellerin neye dönüştüğü de araştırılmak durumunda.

T.C. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı Bakan Yardımcısı Dr. Ömer Fatih Sayan, “Yazılım ve bilişim sektöründe son 10 yılda hızla büyüyen bir ekosistem oluşturduk. 2025 yılına kadar 100 bin ek istihdam ve 10 milyar dolarlık ihracat potansiyelimiz var” şeklindeki sözleri, hükümetin vizyonunu yeterli açıklıkta ortaya koyuyor. “Bilişim 500–İLK BEŞYÜZ BİLİŞİM ŞİRKETİ Araştırması” raporunun açıklandığı toplantıda Sayan’ın 25 milyar dolara ulaştığını belirterek potansiyeline işaret ettiği bu sektörlerden bilişim sektörünün ilk 500 oyuncusunun geliri –araştırmaya göre 716 milyar lira. 

İlk 500 bilişim firması, bir önceki yıla göre yüzde 93 büyüme gerçekleştirirken sıralamaya giren şirketlerin 140’ı yüzde 100’ün üzerinde büyüyor. En yüksek büyüme gösteren ilk beş şirketin ortalama büyümesi yüzde 680 olurken en yüksek oran ise yüzde 1.468 olarak gerçekleşiyor. Rapor son bir yılda sektörün merkezine yapay zekânın oturmasıyla, şirketlerin yapay zekâ gelirleri de bir önceki yıla göre yüzde 185 büyüdüğünü gösteriyor. 

Fortune Türkiye dergisinde çalışırken Fortune 500 Türkiye listesinin bana öğrettiği bir şeyler var. Birincisi zemine ve ikincisi karşılaştırmalı analize bakmak. Oranlar çok fazla öne çıkıyorsa rakamlar tatmin edici değildir; cirolar çok fazla konuşuluyorsa karlılık yeterli değildir. Bunları ve Türkiye’nin cari fiyatlarla yüzde 75 büyürken reel olarak gerçekleştirdiği yüzde 4,5’lik büyümeyi analiz etmeyi iktisatçılara bırakıp, küçük bir hesap yapmak istiyorum.

Biz her yıl Fortune 500 Türkiye listesini yayınladığımızda Wal-Mart ile karşılaştırıp “Türkiye’nin 500 büyük şirketi bir Wal-Mart etmiyor diye yazarlardı. Türkiye içinde Fortune 500 Türkiye ile karşılaştırdığımda bilişim şirketlerinin ülkemizin yarattığı Enerji Piyasası İşletme AŞ’nin (EPİAŞ) net satış rakamı olan 839 milyar lirayı yakalayamadığını görüyorum. Derginin internet sitesindeki 2023 listesinin 2022 verileri ile hazırlandığını dikkate alırsam ve yüzde 93’lük büyümeyi düşersem, Tüpraş, Türk Hava Yolları, Ahlatçı Kuyumculuk ve Ford Otomotiv’in gerisine düşüyor.

Bu tablo, çok güzel bir konuşma yapan T.C. Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurul Üyesi Dr. Hakan Yurdakul’un dile getirdiği bir noktayı sorgulamayı gerektiriyor. Yurdakul, bir alana odaklanan ve o alanda kendisini üst seviyede uzmanlaştıran bir öğrenim formatı öneriyor. Buna üç itirazım olacak. Birincisi, bilişim alanında büyük işler yapan liderlerin hiçbiri tek bir alanda uzman değildir. Dolayısıyla bu tür bir eğitim modeli sadece bilişim memuru yetiştirir. İkincisi, Fortune 500 Türkiye ile Bilişim 500 araştırmalarının bize gösterdiği toplam tablo, bilişim şirketlerinin ancak büyük şirketler ile işbirliği içinde büyüyebileceğini gösteriyor. Böylece hem bu şirketler büyür hem de Türkiye global arenada biraz daha kaldıraçlanmış büyük şirketlere sahip olur. Üçüncüsü de şu: zaten bu tavsiye saha ile uyum göstermiyor. Geçenlerde bindiğim taksinin genç sürücüsü, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden bir inşaat mühendisliği öğrencisi çıktı. Nautilius’ta yeni açılan Big Chefs’te çalışan Enes, siparişimin tam istediğim gibi gelmesini sağlamakla kalmayarak beğenmediğim takdirde yenisini yaptırabileceğini söyledi. Menüye yeni eklenen Bubble Tea’nin Hindistan cevizli versiyonunu Galataport’takinden daha iyi yapıldığını söyleyebilirim. Bu alanda bir yıla yakın deneyimi bulunduğunu söyleyen Enes, diş hekimliği öğrencisi. Depremde büyük yara alan Kahramanmaraşlı genç Batuhan’ın girişimci olup insan kaynakları platformu oluşturmaya başlaması da bu listeye girmeyi hallediyor. Bu listeyi çok uzatabilirim ancak zaten herkesin Türkiye’nin geleceğinden fark yaratacak bu tür gençlerle tanıştığını düşünüyorum. Yaşam koşullarının güçleşmesi, bu tür bir insan kaynağımızın oluşmasını sağlıyor.

Son olarak Sayan’ın müjdelediği 5G konusunun yaratacağı değişime işaret etmek istiyorum. 2025’te ihalesini yapacaklarını ve 2026’da devreye alacakları 5G projesine de değinen Sayan’ın işaret ettiği bu gelişme sektörel bilgiye sahip bilişim uzmanlarının önemini artıracak. 5G için devletin para mı isteyeceği yoksa para mı vereceğini netleştirmesi gerekiyor. Ülkeye hasıla yaratacak bu altyapı yatırımını bir gelir kapısı olarak görmesi, hükümetin 5G’nin ölü doğmasına neden olmasını sağlayacak. Üstelik ülkenin, 5G’nin olanaklarının radyo ve bilgi işlemin ayrışmasına neden olması, bu iki alanda uzmanlaşmış şirketlerin geleceğin Bilişim 500 ve Fortune 500 Türkiye listelerinin sakinleri olarak geliştirilmesini gerektiriyor. Bu işi bir yılda halledeceğini düşünen hükümetin bu soruların yanıtını çoktan düşündüğünü sanıyorum. Bu olmasa da gelecek yıllarda gençler, çok yönlü deneyimleri ile bu sorunların üstesinden gelecektir. Zaten listeler böyle değişir.  

  

Tüm yazılarını göster