14 Mayıs 2023 genel seçimleri öncesi uygulanan daha doğrusu uygulanmaya zorlanan garip (!) ekonomi programı ya da programsızlığı Merkez Bankası başkanlarını kurban etmeye veya kurtarıcı olarak seçmeye yönelmişti. Alışık olunmamış bir şekilde sık ve sürekli başkan değişikliklerinden medet umulmuştu. O dönemin yaklaşımı düşük gösterge faizi olmuştu. Düşük faizle kaynak bulunacaktı ve ekonomide büyüme devam ettirilecekti.
Ekonomi büyürken enflasyon daha da büyümeye başladı. Neredeyse üç haneye yaklaşan enflasyon belası öne geçti. Oysa dünya çoktan bu belayla baş etmeyi becermişti.
Dolayısıyla bu saadet zinciri sürdürülemedi, sürdürülemezdi. Çünkü ülkenin ciddi kaynak sorunu vardı. Yurt içi tasarruflar yetersizdi, yurt dışı tasarrufları da kısa vadeli sermaye girişi ve doğrudan yabancı sermaye olarak gelmiyordu. Döviz kurları enflasyonu besleyen önemli bir unsur haline gelmişti. Ülkenin döviz rezervleri, nehir ve göllerimiz gibi adeta kurumaya başlamıştı. Merkez Bankası swap borçlanmalarla görüntüyü kurtarmaya çalışıyordu.
Mayıs 2023 seçimleri sonrası ekonomiyi kurtaracak kişi arandı. Uzun süre bilemediğimiz ama tahmin ettiğimiz pazarlık ve görüşmeler yapıldı. Bu kişinin yurt dışından getirilmesi oldukça zor oldu. Çok şükür ki getirilen kişi ekonomi çevrelerinde ve özellikle de dış dünyada olumlu bir yankı yarattı.
Bu arada Merkez Bankası Başkanı arayışı da devam etti. Orası için de yurt dışından ama bu kez ABD’den kurtarıcı bulundu. Üstelik kadın başkan olarak Türkiye’nin yurt dışına vereceği çok iyi bir fotoğraf olarak ifade edildi. Yeni başkanın, kamuoyuna yansıyan şekli ile babasıyla birlikte dizayn etmeye çalıştığı banka iç işleyişindeki alışık olunmayan işlerin de etkisiyle onun da ömrü uzun olmadı.
Yurt dışına verilecek mesajı sürdürmek adına yurt dışından başkan arayışı devam ettirildi ve yenisi bulundu. Şimdilik bununla yola devam ediliyor.
Hükümetin en önemli adımı doğal olarak para politikası üzerine oldu. Yüzde 8.5 oranına kadar düşürülmüş olan politika faizi oranı çok radikal kararla yüzde 50’ye çıkarıldı. Amaç ülkeye döviz girişini sağlamaktı. Tükenen ve eksiye dönüşen döviz rezervlerini yükseltmekti.
Nitekim rezervlerimiz hızla yükselmeye başladı. Özellikle yurt dışından gelen kısa vadeli sermaye girişleriyle rezervlerimizi rekor düzeye getirdi. Artık istemediğimiz kadar dövizimiz var ve gelmeye de devam ediyor.
Niye geliyor? Çünkü dövize “cary trade” yoluyla dünyada eşi benzeri olmayan faiz veriyoruz. Bu durum dış dünyayı ve bize borç verenleri memnun etmiş görünüyor. Zira dış borçlarımız da çığ gibi büyüyor.
Şimdi bu adımın reel kesime yansımasına bakalım.
Döviz kurları baskıda olduğu için döviz girdisi sağlayan turizm ve ihracat gibi faaliyetleri yürütenler oldukça rahatsız. İhracatçı fiyatları artırmak istiyor, alıcı bundan rahatsız oluyor ve dolayısıyla ihracat performansı düşüyor. Nitekim son aylarda ihracatın duraksadığı ve hatta bu Eylül ayında düştüğü görülüyor. Turizmde de kurlara bağlı olarak sabitleşen gelirler ve buna karşın iç fiyatlarda özellikle hizmet fiyatlarına bağlı aşırı yükselmeler kazancı ortadan kaldırıyor.
İç piyasaya çalışan iş dünyasının aslında üretimi artırması ve ihracata hazırlık yapması ya da içerideki fiyatları düşürmesi gerekiyordu. Bu da olmadı. Üstüne üstlük iş dünyası, aşırı yükselen kredi faizleri (bugünlerde yüzde 60 dolayında Türk Lirası faizi ve yüzde 12-15 bandında döviz faizi) nedeniyle krediye ulaşamaz hale geldi. Bu arada BDDK ve Merkez Bankası’nın makroihtiyati tedbirleri nedeniyle de zaten kredide kısıtlama oldu.
Dolayısıyla iş dünyasının da önü tıkandı. Gerçekten iş dünyası çok zor durumda. Sektörel ve konjonktürel nedenlerle işi kötü olanlara sözümüz yok ama üretim düşüyor, ihracat düşüyor, istihdam kayıt dışına kayıyor.
Bu arada kamu kesimi tasarruf hikâyelerini geride bırakmış bir şekilde devranını tarifsiz şekilde sürdürüyor. Kamuda işler açıkçası iyiye gidiyor (!).
Merkez Bankası açık ve kapalı her şekilde OVP’nin maliye politikası adımlarının güçlü ve kararlı bir şekilde atılmasını talep ediyor. Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın ve dolayısıyla Bakanın patronajında yapılması gereken işler yapılmıyor.
Bütçede göstermelik ve genel çerçevede açığı azaltma görüntüsü veriliyor. Yatırımlar tam gaz devam ediyor, personel alımları ve harcamaları sürdürülüyor. Ankara harcamalarında hiçbir kısıtlamaya gidilmiyor.
Vergide sadece etkinsiz ve gösterilen çabaya değmeyecek sonuçsuz denetim gitgelleri ile zaman kaybediliyor. Bu arada vergide yeni düzenlemeye gidilmeyeceği de kamuoyuna açıklanmış bulunuyor. Hükümet yeni vergi düzenlemelerini askıya aldığını ve mevcut düzenleme ve uygulamaları izleyeceğini söylüyor.
20 yıldır vergi erozyonu yaratan ve vergi sistemimizin bütünlüğünü yok eden Hükümetten zaten vergi reformu beklemek mümkün değil. Yani işler iyiye gitmiyor, özellikle enflasyonla mücadelede sonuç almak çok olası görülmüyor.