Prag Ekonomi Üniversitesi’nde, İnovasyon ve Girişimcilik dersimizde bu hafta konumuz “İnovasyon Stratejileri”. Buradan esinle ve Togg’a dair geçen haftaki yazımdan çok sayıda soru/yorum gelmesi üzerine konuya devam etmek istiyorum. Gözlemlerim toplumun pek çok meselede olduğu gibi yine iki kampa bölündüğü yönünde. Projenin siyasi bir mekanizma olarak kullanıldığını ve ticari bir girişimin kamu tarafından desteklenmemesi gerektiğini söyleyenler ile bu tip stratejik projelerin kamu liderliğinde başlatılmasını söyleyenler ayrışıyor ama genel olarak olumlu kanaatler ağırlıkta diyebilirim. Liberal ekonominin serbest piyasa kullarına taraf birisi olmama rağmen ülke için hayati projelere kamu otoritesinin, bir süre sonra özel teşebbüse bırakmak koşulu ile liderlik etmesinde bir beis görmüyorum. Bugün ekonomimizi sırtlayan pek çok banka ve fabrika benzer model ile kuruldu. “İyi ama o yıllarda memlekette sermayedar yoktu, devlet kendi yapmaya mecburdu” denilebilir. Bugün de yıllarca zarar yazacak, geri ödeme süresinin geç olacağı ve çok büyük sermaye gerektiren bir işe özel sermayenin teşviksiz kolaylıkla girebileceğini düşünmüyorum. Örneğin Volvo 1915 yılında şirketleşmesinden 12 yıl sonra 1927 yılında ilk aracı banttan indirdi. Kaldı ki sadece Türkiye’de olan bir uygulama değil söz konusu olan. Japonya ve Kore’de otomobil üreticilerinin arkasında kamunun çok önemli teşvikleri vardır. Hyundai kurucusunun oğlu Chung Mong-Joon bu konuya dair “The Government-Business Relationship of Japan: A Case Study of the Japanese Automobile Industry” isminde bir kitap yazmıştır. Japon otomobil üreticileri devlet tarafından pek çok kez desteklendi. Bununla birlikte Togg ile devlet ilişkisinin şeffaf tutulması yönündeki eleştirileri haklı buluyorum. Mesela; zararı kim, ne kadar süre karşılayacak? Devlet sübvanseye edecek mi? Evet ise hibe olarak mı, borç olarak mı ve ne kadar süreliğine? gibi soruların yanıtları kamuoyuna net bir şekilde anlatılmalı. Aksi takdirde rekabet eşitsizliği yaratılarak Türkiye’nin ihracat lideri bir sektörün diğer oyuncuları küstürülmüş olunur. Ülkeye yıllardır yatırım yapan ve Türk mühendislerinin gelişimine büyük katkı suna diğer üreticilere de ihtiyacımız var. Söz konusu süreçler sistem yaklaşımı ile stratejik olarak kurgulanmalı ve yönetilmeli.
Togg’un önemi, bir otomobilin ötesinde yan tedarikçileriyle birlikte çok büyük bir ekosistem yaratacak olmasından kaynaklanıyor. Birçok alt sektörü besleyecek, pek çok yeni teknolojinin gelişmesine neden olacak. Zamanla Togg için geliştirilen teknolojiler diğer sektörlerde kullanılacak. Dolayısı ile ekonomik kalkınmaya çok ciddi bir etkide bulunacak. Bu açıdan hükümetler değişse dahi kendi ayakları üzerinde duruna kadar devletin maddi manevi desteği devam etmeli. Michael Porter, markaların temel olarak 3 şekilde rekabet edebileceğini iddia eder: en uygun fiyatı sunarak (Tata), farklılaşarak (Ferrari) veya bir niş pazara ya da operasyona odaklanarak (Volvo-güvenlik). Peki, farklılaşma ve düşük fiyat birlikte mümkün olamaz mı? Vakaya ve pazarın kendine has koşullarına göre bu stratejiler hibritlenebilir ama farklılaşmanın ciddi bir maliyeti olacağı için çok kolay değil. Mavi Okyanus Stratejisi temel olarak bunu yapmaya çalışır ama bu strateji yüksek fiyat ve kendi özel ihtiyaçlarından dolayı pazarın dışına itilen büyük bir kitle varsa işe yarar. Ucuz otomobile erişimde bir sorun yok ve pek çok marka tüketicinin farklı ihtiyaçlarını gideren çözümlere sahip. Togg elektrikli araçlara odaklanarak konvansiyonel araçlarla rekabet edilecek denilebilir fakat pek çok üretici elektrikli modellerini piyasaya sürüyor, sürecek. O zaman diğer elektrikli otomobillerden nasıl ayrışacak? Hatta o zamana kadar Tesla veya Çin’li BYD ile nasıl rekabet edeceksiniz? Vergi duvarları veya yasaklar ile devlet bu üreticileri ülkeye almaz denilebilir ama sürdürülebilir değil. Kaldı ki iç pazar doyuma ulaştığında globale açılmak zorundasınız. İç pazar, 5 en fazla 10 yıl idare eder. O güne kadar bir yolunu buluruz şeklinde düşünülüyorsa onun adına strateji değil Türk işi kervan yolda dizilir diyoruz. Togg’un düşük maliyet stratejisi gütmeyeceği anlaşılıyor. Lüks ve üstün nitelikli araçları Türk halkının alım gücü olmadığına göre kendisine çok iyi bir odak yakalamalı. Ya da iç pazar için düşük maliyetli global pazarlar için üstün nitelikli modeller üretebilir ama bu iki strateji bambaşka kurum kültürleri, operasyonlar ve süreçler gerektirdiği için aynı şirkette bir arada yapmak çok zor. Yönetim ve organizasyon modeli iyi tasarlanırsa mümkün elbette. Porter’ın rekabet stratejileri ve Kim ile Mauborgne’ın Mavi Okyanus Stratejisi üzerine Christensen’in Jobs-to-be-Done yaklaşımını oturtarak geliştirdiğim 5 inovasyon stratejisi ipuçları verebilir: 1) Radikalleş, 2) Yık, 3) Sürdür, 4) Baskıla, 5) Kısıtla. Stratejinin detayları “İnovasyonun Şifreleri” kitabımda okunabilir. Her zaman söylediğim gibi inovasyon, strateji ile başlar. Stratejik Yönetimi başaramayan hiçbir markanın kalıcı olması mümkün değil.