Türk Lirası’nın aralık sonundan bu yana olan performansı yine aynı tartışmayı başlattı: “TL’nin ideal seviyesi ne olmalı?” Kur konusu her zaman Türkiye’nin sıcak meselesi olmuştur. An gelir TL’nin hızlı değer kaybından endişe ederiz; an gelir TL’deki hızlı toparlanmadan. Şimdi de ihracat yapanların TL’deki toparlanmadan rahatsız olmaya başladığı günlerdeyiz. Dünyanın koronavirüse çare aradığı bir dönemde ülke olarak ideal kur seviyesini arıyoruz.
Her ne kadar TL’nin değer kaybı ihraç edilen malların üretim maliyetlerini ithal girdiler kanalıyla yükseltmekteyse de, toplamda kur artışlarının ihracatın kârlılığını artırdığı doğrudur. TL değer kaybının belirginleştiği 2016 sonrası olan dönemde ihracatçılar bu avantajdan yararlandılar. Fakat bir de madalyonun diğer yüzü var. Bu dönemdeki TL değer kaybı bir plan ve paket kapsamında yapılan kontrollü bir değer kaybı değildi. Bu tür bir programın parçası olan değer kayıplarını bir kenara ayırmak gerekir. Ancak bizde olduğu gibi TL’nin “kontrolsüz” bir şekilde hızla değer kaybettiği dönemler ya küresel bir şok nedeniyle dünya pazarlarının daraldığı ya da ulusal bir şok nedeniyle içeride üreticilerin finansman maliyetlerinin arttığı dönemlerdi. Ekonominin sorunlu zamanlarıydı. Bizim ekonomimizin dış pazarlarda kur nedeniyle rekabet avantajı kazandığı dönemler ne yazık ki böyle dönemlerdir. Yani kurun dış ticarette yarattığı olumlu etkiye karşın makroekonomik dengeler üzerindeki bozucu etkisinin çok daha fazla olduğu dönemlerdir. Bu dönemlerde ülkeye sermaye girişi yavaşlamış; dış finansman kaynakları kurumaya başlamıştır. İthal girdi bağımlısı olan ekonomimizin büyümesi bu dönemlerde kurdaki yüksek artışa hemen tepki vererek hız kesmiştir. İşsizlik artmış, GSYH artış hızı yavaşlamış ve GSYH’ya oranla tüm göstergeler bozulmuştur.
Ya da, böylesi dönemler küresel sorunlar nedeniyle dış pazarların kapandığı dönemler olmuştur. Mesela reel efektif kur endeksi 2020 Şubat’ta 75’in biraz üzerindeyken kasım ayında 60’a kadar indi. Yani Türk Lirası bu dönemde 15 puan değer kaybetti. Normalde ihracat için büyük destek. Ancak pandeminin ilan edildiği bu dönemde dış pazarlar kapandığı, sınırlar kapatıldığı ve ekonomiler neredeyse durma noktasına geldiği için ihracatçılar kur avantajına rağmen mal satmakta zorlandılar. Bu arada TL değer kaybı nedeniyle enflasyon ise yüzde 11’lerden 14’ün üzerine çıktı. Yani üretim maliyetleri arttı. Makroekonomik dengeler bozuldu. Şirketler zora girdi, kârlılıklar düştü, iflaslar arttı.
Dış ticaretin önündeki engeller arasında döviz kuru tek sorun değildir. Hatta belki de en önemli sorun bile değildir. Dış pazarların canlılığı ve Türkiye’nin AB gibi dev bloklara ya da büyük bireysel ve bölgesel pazarlara erişim imkânı kurdan belki de daha önemlidir. TL’de değerlenme sürecine rağmen Türkiye’nin ihracatının hızla arttığı 2002-2007 dönemi bunun bir örneğidir. Aynı şekilde işgücü maliyetlerinin düşük olması belki de kurdan daha önemli bir faktördür.
İhracat için öncelikli adım TL’deki değer kaybı değil kurdaki istikrardır. Bu nedenle TL değer kaybına odaklanmak yerine kurdaki oynaklığı azaltmaya çalışan Merkez Bankası politikalarına destek verilmelidir.
Başlıktaki sorunun cevabına gelince; dünyada genel kabul gören bir adil kur seviyesi tanımı yoktur. Ya da ben bulamadım. Ekonomide tek bir “doğru kur seviyesi” bulmak imkânsızdır. Herkes için doğru kur seviyesi farklıdır. İhracatçı için doğru olan kur ile ithalatçı ya da konut üretip satan bir inşaat firması için olan doğru kur aynı değildir. En kolay tanım alıcı ve satıcının anlaşıp, işlem yaptığı kurun adil kur seviyesi olduğudur. Ancak kurun seviyesinden çok asıl sorun kurlardaki oynaklıktır. Doların 6 lira ya da 10 lira olmasından çok bulunduğu seviyelerde istikrar kazanması önemlidir. Yüksek oynaklık ne işletmelerin fiyat vermesine imkân tanır; ne bütçe yapmalarına ve ne de geleceği planlamalarına.