Bugünlerde TL’nin reel efektif kurunun (ülkelerarası enflasyona göre düzeltilmiş kur hareketi) bu istatistiğin MB tarafından yayınlanmaya başladığı 1994 yılı başından beri en düşük seviyesinde. Döviz kurumuz 1994 krizinden sonra 2008 yılına kadar arada iniş çıkışlar da olsa değerlenmekteydi. 2008-2010 arası değerini korudu, o tarihten beri de devamlı bir değer kaybı içerisinde. Halbuki, normal şartlarda daha az gelişmiş bir ülkenin uzun vadede büyüme oranı ve kalkınması gelişmiş ülkelerden hızlı olacağı için, zaman içinde para biriminde de doğal olarak değerleme olması beklenir. Ancak, görünen o ki, Türkiye (göreceli olarak) 26 senede pek de bir yol alabilmiş değil.
Tabii ki, zayıflayan bir TL’nin ihracatı artırıcı, ithalatı ise azaltıcı bir etki yapması beklenir. Bu da bozulmuş olan döviz dengesinin piyasa mekanizması sayesinde yeniden dengeye oturmasını sağlar. Ancak, eğer bir ekonomi zamanında yurtdışı finansal piyasalardan fazla borçlanmışsa, konjonktürün değişmesi ile bu fonların toplu halde çıkış riskiyle karşı karşıya da kalabilir. Ayrıca bu illa bahis konusu ülkenin ekonomik durumuyla da ilgili olmayabilir. Aynı sepetteki diğer ülkelerde veya bugünlerde olduğu gibi global ölçekte meydana gelen aksi durumlar doğrudan o ülkede de satışlara yol açar. Oyuncular, panik zamanlarında, hangi ülke piyasası daha likit ise o piyasalarda satış yapar. Hal böyle iken, gelişmekte olan bir ülkenin yabancı fon çekerken çok ihtiyatlı olması ve her şeyi piyasalara bırakmaması gerekir. Sonuçta, reel ekonomiye yatırılmayan, sadece menkul değerler piyasalarında geçici bir şekilde değerlendirilen fonlar gelişmekte olan ülkelerde fayda değil, zarar yaratır. Bu nedenle, az gelişmiş ülkelerin sermaye hareketlerini serbest bırakırken çok dikkatli olması, hacimleri çok yakından takip etmesi, gerektiğinde girişlerde Tobin vergisi gibi önlemler uygulaması gerekir.
“Sudden stop” olarak da ifade edilen yurtdışı kaynak girişlerinin bir anda durmasını önlemek veya en azından yavaşlatmak için ya yerli paranın faizlerini yükseltirsiniz, ya döviz rezervlerinizi kullanırsınız, ya da bu ikisinin bir karışımını uygularsınız. Biz ise bugün her ikisini de yapmıyoruz, yapamıyoruz. Faizleri artıramıyoruz çünkü korona önlemleri nedeniyle ekonomi zaten çok yavaşlamış durumda. Aksine, yerli tasarruf sahibini cezalandıran hızlı bir faiz indirimi uyguluyoruz. (Yaklaşık 6 aydır mevduatın stopaj sonrası getirisi aylık enflasyonun altında.)
Doğrudan döviz müdahalesi ise ancak yeterli rezerviniz varsa, bir anlam ifade edebilir. Maalesef ki, son 2 ayda döviz rezervleri 25 milyar dolara yakın gerilemesine rağmen, kurlar üzerindeki baskı gevşemiş değil. 5 Mayıs itibariyle rezervler 81 milyar doların da altında. Bu ise pek çok uluslararası metrik açısından oldukça sorunlu bir rezerv büyüklüğü. Ayrıca, açıkçası, reel kur bu kadar düşük, yabancı yatırımcının varlıkları bu kadar azalmış ve yerli tasarruf sahibi bu kadar dolarize iken “TL üzerinde daha da baskı olur mu?” sorusunun cevabı gene de çok net değil. Bu noktada bir problem de şu: Dolar kuru bugün isterse 20 TL olsun, cari dengeyi çok da etkilemeyecek. İhracat rekabetçi bir kur düzeyinden çok daha fazla yurtdışı talebe bağlı, o da yok. Keza turizm de öyle.
Son 1 aydaki ilginç bir gelişme de şu: Nisanda ticaret açığımız 3.4 milyar dolar. Görünmeyenlerden (ağırlıklı turizm) bir gelir olamayacağı için bu rakamı aylık cari açık olarak alabiliriz. Bu dönemde yabancılar da yaklaşık 1.7 milyar dolar menkul değerler satışı yapmış. Öte yandan DTH’larda ise 1.6 milyar dolar azalma var. (Düşen faizlere rağmen yerli yatırımcıda dövize daha fazla talep yok.) Toplam döviz çıkışı 3.5 milyar dolar civarında. Halbuki, aynı dönemde döviz rezervlerindeki azalış 9 milyar dolar. Demek ki, menkul değerler dışında finans hesabının diğer kalemlerinden (banka ve özel sektörün yurtdışı borçları vs.) ve/veya net hata ve noksan kaleminden de nette ciddi bir çıkış söz konusu.
Bu şartlar altında en azından rezerv seviyemizin daha azalmış görünmesini önlemek için pek çok palyatif tedbir de alınmakta. Örneğin, önce bankaların yurtdışında döviz-TL swapı yapması kısıtlandı, dün de depo ve mevduata da sınırlamalar getirildi. Ancak bu şekilde Türkiye’nin toplam döviz likiditesi artmadı, sadece yer değiştirmiş oldu. Gerçek şu ki, elimizdeki toplam atıl döviz rezervleri kısıtlı. Bu nedenle, ister oradan alalım, buraya yama yapalım, büyük resim çok da değişmeyecektir.
Hal böyle iken, pek çok kere dile getirdiğim gibi, yabancı merkez bankaları ve kuruluşlarla yapılacak swap, depo ve kredi gibi imkanlar piyasalar açısından fevkalade rahatlatıcı olacaktır.