Tercihi yapan sonucu göze alır

Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ

Türkiye’de artık olağanüstü olmaktan çıkıp normal haline gelen kriz ortamı ve bunu değiştirme yolunda sistematik ve organize bir çabanın görülmemesi, doğrusunu isterseniz, yazma hevesini de törpülüyor. Küresel likidite bolluğunun süresinin, 2008’deki finans krizinin yarattığı tahribatı azaltma kaygısıyla, 2015’e kadar uzamış olması, açıkçası kendi mutfağımızı, yani yapısal zaaflarımızı düzeltme için bize önemli fırsat yaratmıştı; bu nedenle biz de o yıllar boyunca kısa vadeye endeksli gündemimizi değiştirme ve temel ekonomik sorunlarımıza odaklanma umudumuzu hep canlı tuttuk. Ancak son yıllarda makro göstergelerdeki değişiklikler ve piyasalardaki dalgalanmalar karşısında ortaya çıkan politika tepkilerinin, sürekli olarak,  temeldeki çatlaklara değil yüzeydeki belirtilere göre kurgulanıyor olması belki de öteden beri kabullenmek istemediğimiz bir gerçeği ortaya koydu: Ülke risk algısının düşürülmesi, güven ortamının tesisi ve enflasyonun kontrol altına alınması gibi öncelikler, büyük ölçüde orta ve uzun vadeye taşan yapısal bozuklukların üstüne gidilmesini gerektirdiği için, ne üç beş yıl ufuklu seçim dinamiğine endeksli politikacılar tarafından tercih, ne de başta özel sektör olmak üzere organize toplum katmanları tarafından talep edilmiyor. Yirmi yıldır uygulanan borçlanmaya ve tüketime dayalı ve cari açık çekişli büyüme modeli, belli ki, bütün taraflarca daha kolay konumlanma avantajı sağlayan bir yörünge olarak kabul ediliyor. Bu durumda yapısal çıkmazları açmayı ve güven inşasını devre dışı bırakan bu tercihin faiz ve döviz kuru eksenlerinde sürekli bir kriz potansiyeli biriktirmesinin ve göstergelerde/ makro dengelerde oynaklığı arttırmasının da peşinen göze alındığını söylemek hiç de yanlış olmaz.

Evdeki pazar çarşıya uymadı

Nitekim, Merkez Bankası’nın Ekim ve Kasım aylarındaki 100 ve 200 baz puanlık indirimlerden sonra Aralık ayında da,beklentilerin aksine, politika faizinin bir kez daha 100 puan indirilmesi, kurdaki olağan dışı artışa rağmen dolarizasyonu ve TL’ndan kaçışı hızlandırınca, temel dengesizlikler düzeltilmeden kağıt üzerinde kurulan denklemlerin işe yaramadığı bir kez daha ortaya çıktı. Bu nedenle hükümet mevduat sahiplerine döviz kuru karşısında koruma sağlayan yeni bir enstrümanla kurda nısbi bir istikrar sağlamaya çalıştı. Bu arada TÜİK’in ilk defa bağımsız kuruluşların tahminlerine yakınsayarak Aralık’ta %36 enflasyon açıklaması, henüz daha önce açıklanan asgari ücrete hesaplarını uydurmaya çalışan özel sektör işletmeleri üzerindeki maliyet baskısını ciddi ölçüde arttırmış bulunuyor. Ayrıca, bir önceki yazımızda belirttiğimiz gibi, hem sanayici hem ihracatçı üzerinde ölçüsüz artan emtia (enerji ve hammadde) fiyatları, yükselen enflasyonla birlikte önümüzdeki dönemde kur düzeyinin belirsizliği, pandemi nedeniyle lojistik aksamalar gibi fiyatlamayı zorlaştıran pek çok faktörün ağırlığı var. Dolayısıyla uzun yılların biriktirdiği fay çatlakları, önümüzdeki dönemde hükümeti hem enflasyonu hem de stagflasyonu kontrol gibi zorlu bir gündemin eşiğine getirmiş bulunuyor. Yani önümüz deki dönem için farklı tercihlerin ve bunların maliyetlerinin çok büyük dikkatle irdelenmesi gerekiyor.

Öte yandan bütçe dengesi açısından da kaygı verici gelişmeler sözkonusu. Asgari ücret istisnası ve enerji maliyetlerindeki subvansiyon dışında şimdi kur korumalı mevduatın da kur farkına karşılık gelen bölümünün vergiden istisna edilmesi, vergi gelirlerinde ciddi bir azalma anlamına geliyor. Kaldı ki artan borçlanmanın ve hazine garantilerinin artan faizleri ve kur farkları bütçe dengesi üzerinde zaten büyük baskı kurmuş durumda. Artan kurlara rağmen döviz tercihinde henüz bir geri dönüş olmaması da en fazla ihmal ettiğimiz temel eksikliğin, yani güvenin henüz sağlanmamış olduğunu gösteriyor.

Enflasyonla ve dolarizasyonla büyüme olmaz

Sıkışma, sadece ekonomik politikaların dayattığı ikilemlerle sınırlı değil. Artık yoğun bir şekilde hissedilen seçim atmosferi hem alternatifleri daraltıyor, hem de tercihlerin isabetini tehdit altında tutuyor. Artık deneme yanılma yöntemiyle ilerleyecek kadar manevra alanı kalmadı. Önceliğin ne pahasına olursa olsun büyüme yerine enflasyon ve stagflasyon tehlikesinin önlenmesine verilmesi, bu amaçla  volatilitenin azaltılmasına ve faiz/ kur ikilisi açısından öngörülebilirliğin arttırılmasına odaklanılması şart.

Faiz indirimi ile istikrarlı ve hele yüksek büyüme sağlanması,düşük enflasyonu ve TL’na güveni zorunlu kılar. Bu ikisini sağlamadan hala bunun mümkün olacağını savunmanın anlamı yoktur.

Tüm yazılarını göster