Dün kitaplarımı düzenlerken ileride okurum diye bir kenarda tuttuğum “Borç ile Şeytanın Arasında” adlı kitaba gözüm kaydı. Alt başlığı ise “Para, Kredi ve Küresel Finansın Düzeltilmesi” şeklindeydi. Yazarı, küresel krizin tam anlamıyla patlak verdiği Eylül 2008’de İngiltere Finansal Hizmetler Kurumu’nun başına atanan Adair Turner.
Giriş bölümünü okudum ve pazar günü daha fazla içimi karartmayayım diye devam etmedim. Bakın giriş bölümünün alt başlıklarında neler var: “Etkin olmayan piyasalar ve tehlikeli borç”, “Bilmece: Ekonomilerimizi büyütmek için daha çok krediye ihtiyacımız var mı?”, “Yapılması gereken: Daha az kredi-yoğun bir ekonomi oluşturmak”, “Borç yükü sorunundan kurtulmak”, “Borç ile şeytan arasında: Tehlikeler arasından seçim”.
Bu başlıklardan tahmin edebileceğiniz gibi kredi patlamasının başa ne denli bela olduğunu anlatan bir kitap. Büyüme için kredi büyümesine ihtiyacımız olduğu görüşüne karşı çıkıyor yazar. Özellikle aşırı kredi genişlemesinin tehlikelerine odaklanıyor. Hele bu krediler gayrimenkul sektörüne akıyorsa.
Yaz aylarında, merkez bankalarının bankası konumundaki Uluslararası Ödemeler Bankası’nın (BIS) küresel krizden sonra yükselen piyasa ekonomilerine akan uluslararası sermayenin yarattığı kredi patlamasının tehlikelerine dikkat çeken raporlarından söz etmiştim. Peşi sıra birkaç yazıda Türkiye’de kabaca 2010’dan sonra görülen kredi patlamasına ilişkin grafikler de vermiştim. Zaten BIS raporlarında bu açıdan riski artan ülkeler arasında Türkiye’de ilk beş içinde gösteriliyordu.
Trump’un küstah tweet'lerinin Türkiye ekonomisini krize sokmasının temel nedeni de hızlı kredi genişlemesi, kredilerin ağırlıklı olarak gayrimenkul sektörüne gitmesi ve şirketlerin döviz cinsinden bol miktarda borçlanarak döviz açık pozisyonu yaratmaları. Böylelikle, normal koşullarda “vız gelir tırıs gider” olacakken, birkaç tweetle ekonomisi daralan ve istihdamı keskin biçimde düşen ilk ülke olma başarısını gösterdik. Bundan ders almadık ki 2020 yaz aylarında çok aşırı bir kredi patlamasını teşvik ettik. Geldiğimiz nokta ortada. Ekonomimiz uçuruma düşmesin diye keskin bir fren yapmak zorunda kaldık. Şu sıralarda eriyen döviz rezervini toparlamaya, enflasyonu düşürmeye, risk primini azaltmaya (uğraşmaya) çalışıyoruz. Hiç olmazsa bu yaşadıklarımızın temel nedenini tam olarak kavrayabilsek de aynı hataları bir daha yapmasak…