Tekrar kur meselesi

Gündüz FINDIKÇIOĞLU GLOKAL BAKIŞ

Ağustos ayında ihracatın ithalatı karşılama oranı temmuz ayındaki yüzde 84 ve taziran ayındaki yüzde 82’den yüzde 64.5’e geriledi. Yıllık bakınca ihracat yüzde 5.7 daralırken ithalat yüzde 20.4 arttı. Elbette altın ithalatı önemli; ancak altın ve enerjiyle düzeltildikten sonra da manzara iç açıcı değil. Turizmdeki gelir düşüşüyle birlikte cari açık 30 milyar dolara, GSYH’nin yüzde 4’ünün hafifçe üzerine doğru gidiyor. Bu nedenle tam da bu aylar, yani son çeyrek kritik önemde. Ancak cari açık 2021’de daralacak çünkü bahsedilen 30 milyar dolarlık açığını 20’si zaten turizm gelirindeki düşüşten dolayı gerçekleşiyor.

Kur açısından asıl kritik dönem bu aylar olduğu için bir ayak frende bir ayak gazda ilerlemenin faziletine inanmak güç. 24 Eylül’de gerçekleşen politika faizi artışı TCMB efektif faizine daha yeni tam olarak yansıdı. Oysa döviz kuru sepetine bakarsak 2010 Ekim-2020 Ekim arası 10 yılda yıllık bileşik artış oranının yüzde 17.56 olduğunu görüyoruz. Bu çok yüksek bir değer kaybı demek. Sadece “eğrinin gerisinde kalmaktan” dolayı olmasa da en etkili araç olan faizin uzun yıllardan beri değişik bir tarzda kullanıldığını görüyoruz. Şirketler dolarda açık pozisyon taşımasalar faizin düşük kurun yüksek seyretmesinin en azından varlık tarafında artı pozisyondan dolayı sermaye birikimine çift taraflı faydasının olduğunu düşünmek mümkün olabilirdi; ancak döviz borçlusu olanlar küçük bir bölmeden ibaret değil. Sepete karşı yıllık yüzde 17.56 değer kaybıyla dolarizasyona şaşırmamak lazım.

Ekim 2002- Ekim 2020 döneminin tümünü ele alalım; sepete karşı yıllık bileşik değer kaybı yüzde 9,7. Bu bile yüksek ancak son 10 yılın yüzde 17,56’sına bakınca 2002-2010 arası pek de değer kaybı yaşanmamış olduğunu görebiliyoruz. Nitekim Ekim 2002-Ekim 2008 arasında TL sepete karşı yıllık sadece 1,55 oranında değer kaybetmiş. Bu nominal rakam; yani reel olarak değer kazanmış –ki biliyoruz. Dünyadaki fon akımları Lehman sonrası daralsa da gelişmekte olan ülkelerin daralan pastadan daha büyük pay alarak küresel ölçekteki fon akışı yavaşlamasını telafi ettiklerini de biliyoruz. Sepet kura baktığımız zaman eğimin –yani artış hızının- 2010 sonundan itibaren değişmeye başladığını, 2013’de ‘taper tantrum’ başladıktan sonraysa eğimin hızla dikleştiğini ve diğer gelişmekte olan ülke kurlarından negatif ayrışıldığını görüyoruz. Ayrıca son aylar hariç kurdan enflasyona geçiş katsayısının 2012-2014 arası hesaplanandan daha yüksek olduğunu önermek mümkün mü?

Peki, son iki yılda bir ‘makas’ çizdiğini görebildiğimiz dolar/TL neden 2018 öncesi böyle bir patika takip etmedi? “Eğrinin gerisinde kalmanın” hızlanmasıyla doğrudan ilgili olduğu açık görünüyor. Faiz ve kur arasındaki dengeleyici ilişki bozulduğu ve dengesizlik fazla uzun sürdüğü zaman –ki net hata noksan yetmezse rezerv erimesi sonucunu veriyor- sonuç kurun değer kaybı, artan enflasyon ve dolarizasyon oluyor. Böylece dur-kalk döngüsü yeniden başlıyor çünkü gelinen noktada faiz-kur uyumsuzluğunu ortadan kaldırmak, gerekirse faizleri kararlı biçimde hızla artırmaktan başka çare kalmayabiliyor.

Tüm yazılarını göster