Dünya ekonomisinde meydana gelen birçok dönüşüm arasında, Sanayi Devrimi’nden sonra hiçbiri devasa internet platformlarının büyümesi kadar sert olmadı. Salgın öncesi güçlü olan Amazon, Apple, Facebook, Google ve Twitter gibi dijital şirketler, salgından daha da güçlenerek çıktı.
Bu şirketler sadece ekonomi üzerinde değil, siyasi iletişim üzerinde de çok fazla kontrole sahip oldular, bu da politik olarak ülkeler açısından ciddi riskler doğurmakta. Örneğin, ABD seçimlerinde Twitter, Trump aleyhine tam bir güç göstergesi sergiledi. Trump’un tweet’lerine engel koydu. Devlet bile, bir kişinin haberleşme özgürlüğüne ancak mahkeme kararıyla engel koyabilirken, Jack Dorsey bunu keyfine göre yaptı. Twitter bilginin yayılmasına ve siyasi propagandaya hükmetti. Bu davranış tüm ülke demokrasileri için açık bir tehdittir.
Bugüne kadar AB, bu platformlara karşı antitröst yasalarını uygulamaya çalışırken, ABD tepki vermekte gecikti, tepkisini ancak temsilciler meclisine yeni bir yasal düzenleme koyarak gösterdi. Bu da henüz yasallaşmadı. Yine Ekim ayında Adalet Bakanlığı Google'a karşı bir antitröst davası açtı.
Büyük teknoloji şirketlerinin demokrasiye oluşturduğu tehdit konusunda ABD ve AB’de fikir birliği olmasına rağmen, nasıl yanıt verileceği konusunda henüz bir anlaşma yok. Bunda elbette uzun dönemdir antitröst yasaların serbest piyasa ekonomisi için tehdit olduğu yönlü kanının genel kabul görüyor olması yatmakta.
ABD’de antitröst yasasının kökleri 1970'lere dayanmakta. 1970'lerin ortalarında başsavcı olan Robert Bork, antitröst yasasının tek bir amacı olması gerektiğinin savunucusu olarak ortaya çıktı. Bu amaç da tüketici refahının maksimize edilmesidir dedi. O yıllarda bazı şirketlerin aşırı büyümesinin nedeni, rakiplerinden daha verimli olmaları ve bu yüzden, bu firmaları parçalama girişimlerinin yalnızca başarıları için onların cezalandırması demek olduğu savunuldu. Milton Friedman’ın Chicago Yaklaşımı, laissez-faire bakış açısıyla bu görüşe destek verdi. Chicago Okulu’na göre eğer antitröst yasasının ekonomik refahı maksimize edecek şekilde yapılandırılması gerekiyorsa, o zaman son derece kısıtlı olması gerekiyor. Chicago Okulu ABD’de nesiller boyu yargıçları ve avukatları etkileyerek ve Yüksek Mahkeme’ye hükmederek şaşırtıcı bir başarı elde etti. Bu görüşe karşı çıkanlar ABD’de fiyatların Avrupa'ya göre daha yüksek olmasını yetersiz antitröst yaptırımlara dayandırdı.
Dijital şirketler, piyasa payı için değil, piyasanın kendisi için rekabet ediyor
Dijital piyasaları geleneksel piyasalardan ayıran belirli özellikler var. Örneğin, Google gibi bir şirket veri topladıktan sonra yüz milyonlarca kullanıcı üzerinden yeni pazarlara girebilir ve bu bilgiye sahip olmayan yerleşik firmaları piyasa dışına itebilir. Geleneksel firmalardan farklı olarak, dijital alandaki şirketler pazar payı için rekabet etmezler; pazarın kendisi için rekabet ederler. İlk hareket edenler kendilerini sağlamlaştırabilir ve daha fazla rekabeti imkânsız hale getirebilir. Facebook'un Instagram ve WhatsApp'ı satın alarak yaptığı gibi potansiyel rakipleri yutabilirler.
Big Tech, iyi işleyen bir demokrasi için tehdit
İnternet platformlarının, yarattıkları herhangi bir ekonomik zarardan çok daha endişe verici olan yönü siyasal sisteme zarar vermeleri. Gerçek tehlike, piyasaları bozmaları değil; demokrasiyi tehdit etmeleridir.
2016’dan beri birçok kişi, teknoloji şirketlerinin bilgiyi şekillendirme gücünün farkına vardı. Bu platformlar, sahtekârların sahte haberleri satmasına ve radikallerin komplo teorilerini zorlamasına izin verdi. Algoritmalarının çalışma şekli nedeniyle kullanıcıların yalnızca önceden var olan inançlarını doğrulayan bilgilere maruz kaldıkları bir ortam olan “filtre balonları” yarattılar. Böylece istedikleri siyasal harekete yol veriyor, istemediklerine engel koyabiliyorlar.
Bu şirketleri kontrol etmenin en etkili yöntemi hükümetlerin zorlayıcı düzenlemelere gitmesi. İnternet platformlarının gücünü kontrol etmenin bir başka yolu da daha fazla rekabeti teşvik etmesi olabilir. Eğer çok sayıda platform olsaydı, hiçbiri bugün Facebook ve Google'ın sahip olduğu üstünlüğe sahip olamazdı. Ancak sorun ne ABD'nin ne de AB'nin Facebook veya Google'ı Standard Oil ve AT&T'nin dağıtıldığı şekilde parçalayamaması. Günümüzün teknoloji şirketleri böyle bir girişime şiddetle direnecek ve sonunda kaybetseler bile, onları parçalama sürecinin tamamlanması on yıl hatta on yıllar alacak. Üstelik daha da önemlisi, örneğin Facebook'tan ayrılmanın altta yatan sorunu çözeceği kesin değil. Böyle bir ayrılıkla yaratılan bir bebeğin ebeveyni olmak için Google'ın hızla büyümesi mümkün.
Platformların gücünü engellemenin alternatif bir yolu, kişisel verilerin koruma yasalarına dayandırılabilir. Bu yaklaşıma göre, düzenlemeler, bir teknoloji şirketinin bir sektörde üretilen tüketici verilerini hem mahremiyeti hem de rekabeti koruyarak diğer sektördeki konumunu iyileştirmek için kullanma derecesini sınırlandırılabilir.
Bu yöntemlerin dışında ara yüzler yazılarak katmanlı çözümler de bulunabilir. Ancak dijital şirketler ayrım yapmaksızın her kesimden insan için potansiyel 1984 romanını yaşatma olanağına sahipler. Şimdi durdurulamazlar ise dijital diktatörler kapımızdan içeri girebilir.