Berlin’de düzenlenen IFA 2024, teknoloji dünyasının en büyük buluşmalarından biri olarak bu yıl da dikkat çekti. Fuarda, iki ana tema ön plana çıktı: Yapay Zekâ (AI) ve Sürdürülebilirlik. Dünyanın önde gelen teknoloji devleri, çevre dostu yeniliklerini tanıtırken, sürdürülebilir teknolojilerin gelecekteki rolüne de vurgu yaptı.
Küresel tüketici elektroniği pazarı, 2027 yılına kadar 850 milyar dolara ulaşması beklenen devasa bir sektör. Ancak, sektör büyüdükçe çevresel etkisi de artıyor. Elektronik sektörü, üretim süreçleri, enerji tüketimi ve elektronik atık yönetimi ile küresel karbon emisyonlarının %2’sinden sorumlu.
Sadece bu da değil. Bir araştırmaya göre, iş liderlerinin %90'ı sürdürülebilirliği iş dayanıklılığı açısından son derece önemli buluyor. Şirketler, uzun vadede hayatta kalabilmek için sürdürülebilirlik odaklı stratejilere yatırım yapmak zorunda. Dolayısıyla, düşük karbon ekonomisine geçiş, döngüsel ekonomi, etkin atık yönetimi ve geri dönüşüm gibi konular, artık sektörün rekabet avantajı yaratması için de kaçınılmaz gözüküyor.
Elektronik atık yönetimi: Çözülemeyen bir zorluk
Elektronik atıklar, tüketici elektroniği sektörünün en büyük sorunlarından biri.
ITU ve UNITAR'ın raporuna göre, 2022 yılında 62 milyon ton e-atık üretildi. Gözünüzde canlanması için, bu miktarda atığı taşımak için her biri 40 ton kapasiteli tam 1,5 milyon kamyon gerekiyor. Üstelik 2030 yılına kadar bu atık miktarının 82 milyon tona ulaşması bekleniyor. Bu arada, 2022'de üretilen e-atığın yalnızca %22,3'ü uygun şekilde toplanıp geri dönüştürüldü.
Bu durum, yalnızca çevre için değil, halk sağlığı için de büyük bir sorun oluşturuyor. E-atık, cıva gibi maddeler içerdiğinden, çevre kirliliğine ve insan sağlığına ciddi zararlar veriyor.
Kolay konu değil. Ürünler, plastikler, kimyasallar ve nadir toprak elementleri gibi kaynak yoğun bileşenlerden oluşuyor ve bu maddelerin birbirinden ayrılması zor olduğu için geri dönüşümleri de oldukça zahmetli.
Dolayısıyla, e-atıklar; stratejik olarak değerli kaynakların milyarlarca dolar değerindeki kısmının israf edilmesine de neden oluyor. Bununla birlikte, nadir toprak elementlerine olan talebin yalnızca %1'i e-atık geri dönüşümü yoluyla karşılanabiliyor.
Daha da kötüsü, bu şekilde devam edersek, geri dönüşüm oranının 2030 yılına kadar %20'ye düşeceği öngörülüyor. Teknolojik ilerleme, yüksek tüketim, sınırlı onarım seçenekleri, kısa ürün yaşam döngüleri ve yetersiz e-atık yönetim altyapısı gibi zorluklarla geri dönüşüm oranının yıllar içinde daha da azalacak olması önemli bir tehlike sinyali.
Yine de iyi örnekler yok değil. Apple gibi markalar, geri dönüşüm süreçlerini geliştirmek için robotlardan faydalanıyor. Örneğin, Daisy isimli robot, saatte 200 iPhone'u parçalarına ayırabiliyor. Dave ise nadir toprak mıknatısları, tungsten ve çeliği ayrıştırıyor. Gelecekte, markaların ürünlerini daha kolay geri dönüştürülebilir şekilde tasarlaması bu konuda önemli bir ilerleme sağlayabilir. Dolayısıyla, tasarım konusu da kesinlikle konunun merkezinde yer alıyor.
Tüketici tercihleri değişiyor
Tüketici tercihlerinde de belirgin bir değişim gözlemleniyor. Euromonitor International'ın anketine göre, tüketicilerin %75’i elektronik ürün satın alırken sürdürülebilirliği önemli bir faktör olarak değerlendiriyor. Bu eğilim, özellikle Gen Z ve Milenyum kuşağı tüketicilerinde daha güçlü.
Genç nesil, geri dönüştürülebilir malzemelerden yapılan, enerji tasarrufu sağlayan ve çevresel etkisi düşük ürünlere yöneliyor. Markalar, bu talebe cevap verebilmek için ürünlerinin sürdürülebilirliğini öne çıkarmak zorunda.
Özellikle Apple, Arçelik, Samsung ve LG gibi markalar, geri dönüştürülmüş malzemelerden üretilen ve enerji verimliliği sağlayan cihazları piyasaya sürerek bu taleplere yanıt veriyor. Apple, ürettiği cihazların %40’ının geri dönüştürülmüş malzemelerden yapılmasını hedefliyor.
Sonuç: Sürdürülebilirlik bir iş modeli olmak zorunda
Tüketici elektroniği sektörü için sürdürülebilirlik sadece bir tercih değil, bir zorunluluk haline geldi. Şirketler, enerji verimliliği, çevre dostu ürün tasarımı ve geri dönüşüm süreçlerine yatırım yaparak hem çevresel hem de ekonomik faydalar elde ediyor.
Sürdürülebilirliği iş modeli olarak görmeyen ve gereken dönüşümü yap(a)mayan markalar, hem tüketici nezdinde hem de regülasyonlar karşısında pek çok riskle karşı karşıya gelecek.
Sağlıklı bir geleceği şekillendirmek, ancak çevreye duyarlı ve sürdürülebilirliği odağa alan bir ekonomik yaklaşımla mümkün olacak.