ABD’de ‘tek adam’ rejimi kurmaya çalışırken başkanlık seçimini kaybeden Donald Trump’ın seçim sonucunu değiştirme çabaları 6 Ocak’ta çapaçul bir darbe girişimine dönüşünce azledilmesi için gerekli koşullar oluşmuş oldu ve süreç dün başladı. Bu sürecin nasıl sonuçlanacağını bilmiyorum ama Trump’a teşekkür borçluyuz çünkü demokratik bir ülkede ‘tek adam’ rejimi kurmaya çalışırken seçimle devrilmesi, bu rejimlerin miadının dolmakta olduğunun da ilk sinyalini verdi sanki.
Ülkelerini ‘tek adam’ rejimiyle yöneten liderlerin son zamanlarda daha da buyurgan ve yasakçı bir davranış sergilemeye başlamış olmaları, onların da bu sinyallerden tedirgin olduklarını gösteriyor. ABD’nin başında Trump gibi birinin bulunması onlar için bulunmaz bir nimetti. Trump ile iyi bir ahbapçavuş ilişkisi kurmak çoğu kez sorunları çözmeye yeterli oluyordu. Kendisiyle iyi geçinen ‘tek adam’ların ülkelerinde demokrasiyle bağdaşmayan bir rejim kurmaları, muhalefeti susturmak için yargıyı kullanmaları, insan haklarına aykırı uygulamalara yönelmeleri Trump’ı hıç rahatsız etmiyordu.
Yeni ABD Başkan Biden’ın ve ekibinin bunun tam tersine, bu konularda çok duyarlı olduğu, Rusya ve diğer ülkelere yaptıkları ilk uyarılardan belli oluyor. ‘Tek adam’ yönetimlerinin başındaki liderlerin artık bu faktörü hesaba katması gerekecek. Burada bir parantez açarak Çin’deki rejimi diğer ‘tek adam’ yönetimlerinden farklı değerlendirmek gerektiğini belirteyim.
'Tek adam’ ların sahte cenneti
Trump’ın ABD’de uygulamaya çalıştığı popülist otoriter model, toplumdaki ayrılık ve farklılaşmaları kullanarak kutuplaşmayı artırmak ve kutuplardan birini sahiplenerek kendi meşruiyetini pekiştirmek ilkesine dayanıyor. Ülke içindeki kutuplaşmanın yetmediği hallerde bu kez dış dünya ile sorunlar yaratarak puan kazanmak bu tür rejimlerin sevdiği ve kullandığı yöntemler.
Bu modelde başarının sırrı sürekli olarak kutuplaşmayı ve karşıtlığı canlı tutmaktan geçiyor. İçeride ve dışarıda düşman yaratarak ayakta kalmayı başaran bu tür rejimlerin dini, tarihi, kültürel faktörleri kullanarak ve aldatıcı bir “güçlü ülke” imajı yaratarak toplumu bir süre oyalamakta başarılı oldukları da görülebiliyor.
Ekonomide kalıcı bir başarı gösteren ve toplumların refahını artıran, eşitsizliği azaltan, sağlıkta ve diğer sosyal hizmet alanlarında toplumun sorunlarını çözen ‘tek adam’ rejimi ise yok bildiğim kadarıyla. Bu rejimler geçici olarak bir sahte cennet görünümü yaratabiliyor ve kendilerine destek veren kesimleri de bu tür sahte cennet vaatleriyle ve dağıttıkları ianelerle avutabiliyor.
Bu modelin en önemli halkasını ise bu hayali başarı hikayesinin baş kahramanı olan güçlü lider oluşturuyor. Her şeye kadir ‘tek adam’ efsanesini yaşatmak için de medyanın ve sosyal medyanın sıkı bir denetim altında tutulması ve güçlü bir yandaşlar korosunun oluşturulması gerekiyor.
Geleceğe umutla bakabilir miyiz?
TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan derneğin geçen yılki genel kurulunda yaptığı konuşmada dünyada büyük bir değişim yaşanırken birçok ülkede eski konumlarının sarsıldığını gören ve toplumsal istikrarın bozulmasından tedirgin olan kesimlerin özgürlükçü siyasete değil popülist siyasete yöneldiğini belirterek şunları söylemişti: “Dünyanın birçok ülkesinde popülist liderlerin kendileri zengin ve güçlü olsalar bile elitlere yönelttikleri ithamlar, toplumsal kamplaşmayı ve öfkeyi besleyen açıklamalar, dış tehdit söylemleri ve uygulamaya koydukları korumacı önlemler sorunlara çare olmuyor, hatta sorunları daha da ağırlaştırıyor. Popülist liderlerin uygulamalarının kurumları zayıflatıp, demokrasinin alanını daralttığı yerlerde sokaklar hareketleniyor.”
Popülist liderler tarafından yönetilen ülkeler arasında müthiş bir güç savaşının başladığını da hatırlatan Özilhan her şeye rağmen geleceğe umutla baktığını ifade ederken de şöyle konuşmuştu: “Uzun vadeye baktığımızda bu dönemin de kalıcı olmayabileceği görülüyor. Çünkü tepkisel akımların işbaşına getirdiği popülist iktidarlar da hoşnutsuz kitlelerin beklentilerini karşılayacak bir siyaset ortaya koyamıyor. Bu dönemin sonunda sular durulduğunda, yine temel değerler olarak demokrasi ve özgürlüklerin öne çıktığı bir döneme gireceğiz.”
Böyle bir umuda kapılmak için erken mi bilmiyorum ama bugünkü rejimi savunanların hırçınlığı ve pervasızlığı ciddi bir tedirginliğin belirtisi gibi görünüyor.