Tehditler ve küstahlık zayıflık işaretidir

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

İsrail ordusunun Bay Netanyahu hükümetinden aldığı emirlere uyarak Gazze’de işlediği suçlar karşısında Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin İsrail başbakanını tutuklama kararı verebileceği hususu kamuoylarında sıkça tartışılıyor. Mahkeme henüz bir karar vermiş değil. Eğer Bay Netanyahu’nun tutuklanmasına karar verecek olursa, Netanyahu’nun ziyaret edeceği ülkelerin mahkemenin kararını uygulayıp uygulamayacakları da bilinmiyor. Aralarında ABD’nin de yer aldığı birçok ülke mahkemeyi tanımıyor. Mahkemenin yetkisini kabul eden ülkeler bile, kararı siyaseten kabul edilemez bulurlarsa, uygulamaktan uzak durabilirler. Böyle bir tavır, onu sergileyen ülkeyi mahcup duruma düşürecek olsa bile, kararı uygulamanın sonuçlarının bazen daha da ağır olabileceğini unutmamak lazım.

Bu bağlamda, Amerikan Senatosunun önde gelen on iki üyesinin başta Mahkeme Başkanı Kerim Han olmak üzere tüm mahkeme üyelerini ve çalışanlarını tehdit eden bir mektup yayınlayarak bedel ödeyeceklerini ileri sürmeleri şaşırtıcı bir şok etkisi yarattı. Pekiyi, ne yapacaklar? Mahkeme Netanyahu aleyhine karar verecek olursa, gerek üyeleri ve yakınları, gerek mahkeme çalışanları Amerika’ya giremeyecekler. Amerika Mahkemeye sağladığı desteği geri çekecek, ayrıca bir dizi başka ağır sonuçlar olacak. İmza sahiplerine göre, İsrail’e karşı atılan adımlar Amerika’ya karşı atılmış adımlar olarak kabul edilecek.

Tarihi olarak, ABD, kendisini kararlarına uymak zorunda bırakan uluslararası örgütlere girmekten ve anlaşmalara imza koymaktan kaçınmıştır. Bu tutum hayranlığı mucip olmasa da, yerli kurumlara aşırı güven besleyen ve uluslararası örgütlere kuşkuyla yaklaşan Amerikan dış siyaset geleneği ile uyumludur. Ancak, Senatörlerin benimsedikleri tavır bu geleneği çok aşmakta ve henüz karar vermemiş bir uluslararası yargı organının kararını şekillendirmeyi amaçlamaktadır. Bu tavır hukukun üstünlüğü, yargının bağımsızlığı, demokratik yönetişimin meziyetleri gibi Amerika’nın temsil ettiğini ileri sürdüğü ve dünyaya “yaymağa” çalıştığı ilkelerin tamamen zıddıdır.  Pek tipik olmayan bu saygısızca yaklaşım çoğu ülke ve kurumca da kabul görmemiş, protestolara yol açmıştır. AB Dış İlişkiler sorumlusu Josef Borrell’in eleştirel değerlendirmesi buna ilginç bir örnek teşkil ediyor. 

Acaba muhterem Senatörler İsrail’i fazlasıyla destekleyen fakat Amerika’nın dünyadaki itibarını zedeleyen böyle bir açıklamayı neden yapmışlardır? Kolay cevap, bu yılın bir seçim yılı olduğu, bu renkli şahsiyetlerin seçimden başarılı çıkmak arzusu içinde oldukları, dolayısıyla Musevi oyunu yanlarına almak istedikleri şeklindedir. Böyle bir açıklama kısmen doğru olabilirse de, senatörler tutumlarını böyle keskin tehditler savurmadan da ifade edebilirlerdi, hatta kararın verilmesini bekleyip, bilahare protesto edebilirlerdi. Kaldı ki, her senatörün seçim dönemi olmadığı gibi, hepsi Musevi oylarının belirleyici olacağı seçim bölgelerinden gelmiyorlar. Ayrıca, Musevi camiasında hükümetlerinin İsrail’e sağladığı desteğin mahiyetini sorgulayanlar da bulunuyor. Bunlara ilaveten, senatörlerin bu alışılmış dışı davranışlarına diğer seçmenlerin nasıl tepki vereceklerini hesaplamaları gerekiyor.

Görebildiğim kadarıyla, muhterem Senatörler mahkemenin vermesi muhtemel görünen bir kararı engellemek istemişlerdir. Engelleme isteklerinin altında ise, kararın bir hayli etkili olabileceği, yani birçok ülkenin mahkeme kararını uygulayacağı endişesi yatmaktadır. Senatörler, maliyeti ne olursa olsun, ülkelerinin benimsediği tutumun uluslararası sisteme egemen olmasını istemektedir. Günümüzde birçok ülkenin uluslararası politikada Amerikan tercihlerine ve davranışlarına uymayı benimsemedikleri gerçeğini kabullenmekte güçlük çektikleri anlaşılıyor.

Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra diğer ülkelerin Amerikan tercihlerini benimseme ve uygulama eğilimleri tedricen zayıflamıştır. Bunun nedeni, kısmen ülkelerin Amerikan güvenlik teminatına daha az ihtiyaç duymaları, kısmen de ABD’nin dünya ekonomisini şekillendirmekteki payının ve rolünün azalmasıdır. Her alanı kapsayan gücünün sorgulanmadığı dönemlerde, Amerikan hükümeti siyasi tercihlerinin uygulanması için dostlarını ikna etmekte mütevazi ve sabırlı davranıyordu. Herkes, Amerikan tercihlerine aykırı hareket etmenin kabulü zor mahrumiyetlere yol açacağını biliyordu. Yüksek sesle tehditler savrulmasına ihtiyaç yoktu. Bu tutumların yerini küstahlığın ve Amerika’nın gücünü kullanacağına ilişkin yüksek sesli tehditlerin alması güçlü olmanın değil, güçsüzleşmenin kanıtı olarak yorumlanmalıdır.

Tarih boyunca, gücünü yitirmekte olan ülkeler, bu gerçeği kabullenmekte zorluk çekmişlerdir. Bir ülkenin uluslararası sistemdeki konumunu aslında zayıflatan davranışlar sergilemek, küstahça yaklaşımlara yönelmek gücün zayıflaması karşısında tipik tepkiler olarak ortaya çıkmışlardır. Acaba Amerika da bu yola mı girdi diye sormadan edemiyorum.

Tüm yazılarını göster