Büyük bir tedarik zinciri dönüşümünün ortasındayız. Teknolojik ilerlemenin, çevre kaygılarının, jeopolitik şartların ve şirketlerden yepyeni beklentilerin sonucunda ticaretin kuralları yeniden yazılıyor. Peki, şirketlerimiz buna hazır mı? Yeterince değil.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra dünya ticareti hızla büyüdü. Gelişmiş ülkelerdeki serbestleşme hamlesi, Avrupa Birliği’nin tek pazar haline gelmesi ve Çin’in dünya sistemine katılımı gibi pek çok faktör bu genişlemeyi destekledi. Bu tek yönlü değişim artık geçerli değil. Uluslararası ticaret giderek daha nüanslı bir hal alıyor. Dört temel sebep görüyorum.
Birincisi, teknolojik ilerleme sebebiyle dijital ürün ve hizmetlerin rolü artıyor. Bu, hizmet/ teknoloji ihracatçılarımız, mikro-ihracatçı girişimcilerimiz ve freelance iş yapan vatandaşlarımız için fırsat olabilir. Ancak, bu fırsatı değerlendirmek için veri güvenliği politikamız, internet altyapımız ve uluslararası ödeme sistemlerine dahil olma seviyemizin kritik rol oynayacağı aşikar. Ayrıca, robotlar ve üç boyutlu yazıcılar sayesinde, eskiden yurtdışına outsource edilen üretim daha butik ölçeklerde, tüketime yakın yerlerde, pahalı işgücüne ihtiyaç duymadan yapılabiliyor. Bu konu sanayii ihracatçılarımız için bir risk oluşturabilir.
İkincisi, çevre kaygıları sebebiyle imalatta kullanılan enerjinin miktarı (azami tasarruf) ve profili (yeşil, yenilenebilir) giderek önem kazanıyor. Eskiden uzak coğrafyalardan alınan ürünler, karbon salınımı sebebiyle daha ‘pahalı’ hale geliyor. Bu, en büyük ihracat pazarı Avrupa Birliği olan ülkemiz için Asyalı rakipler karşısında bir avantaj.
Üçüncüsü, jeopolitik gerginlikler ve sıkıntılar, eskiden sorunsuz işleyeceği düşünülen tedarik zincirlerinin kırılganlığını hepimize hatırlatıyor. Mesela ABD-Çin arasında başlayan teknolojik soğuk savaş Brezilya’daki araba satışlarını, Rusya-Ukrayna yaşanan sıcak savaş Almanya’daki hanelerin ısınmasını, Süveyş Kanalı’nda yaşanan tıkanmalar Türkiye’ye Çin’den gelen ürünlerin teslimatını etkiledi. Bunun neticesinde, tedariği çeşitlendirme, yakın ülkelerden satın alma (near-shoring) ve dost ülkelerden satın alma (friend-shoring) eğilimleri artıyor. Mevcut ve müstakbel ihracatçılarımızın bu tip dönüşümler yaşayan büyük firmaları radarlarına almalarında yarar olacaktır. Hatta bazı ülkeler veya ticari bloklar giderek daha ‘korumacı’ hale geliyor. Şirketlerimizin kendi pazarlarındaki bu değişimleri de yakından izlemesi şart.
Son olarak, şirketlerden beklentiler değişiyor. Almanya’da geçen yıl hazırlanan Tedarik Zinciri Yasası ve yakında Avrupa Parlamentosu’nda kanunlaşması beklenen CSDD direktifi firmalara ek yükümlülükler getiriyor. Örneğin, CSDD çerçevesinde, belli büyüklükteki firmalar için tüm operasyonlarında ve tedarik zincirlerinde insan hakları ve çevresel denetim yapma yükümlülüğü geliyor. Bu karar, sözkonusu firmaların ülkemizdeki tedarikçilerini de etkileyecek. Bu gelişmenin farkında olmak, müşteri kaybetme riskini yönetmek, mevcut ilişkileri derinleştirmek ve halihazırdaki tedarikçilerinden ayrılmayı düşünen firmalarla temas için önemli olacaktır.
Tedarik zincirindeki değişimler hem büyük fırsatlar hem de büyük tehditler içeriyor. Bu sebeple, şirket yönetim kurullarının bu tip küresel dönüşümleri yakından izlemesi ve buna uygun şekilde strateji sörfü yapabilmesi, önümüzdeki dönemin en büyük başarı kriteri olacak.
Tüm okurlarımızın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.