Çankaya ilçesi temel alındığında, Ankara’da 14 Mayıs seçimlerinden hemen önce motorinin litresi 18.99 liraydı. 2 Ağustos ayında ise, yani iki buçuk ay sonra, 1.95 katına çıkarak 36.99 lira oldu. Farklı bir ifadeyle, motorinin litre fiyatı yüzde 95 arttı. Sıçramanın arkasındaki temel neden Temmuz ayında bu ürünlerden alınan KDV ve ÖTV oranlarının yükseltilmesi oldu. Sadece Temmuz ortasındaki büyük ÖTV artışı pompa fiyatlarını 5 lira yükseltti. Seçim öncesindeki fiyat dikkate alındığında, 5 liralık artışın motorinin litre fiyatını yüzde 26,3 oranında yukarıya çektiği anlaşılıyor. O sıçramanın birkaç gün öncesinde de ÖTV ve KDV artışı vardı; daha sınırlıydılar. Bunlar da dikkate alındığında toplam etki yüzde 31,2’ye çıkıyor. Hemen her mal ve hizmetin önemli bir girdisi olan motorinin fiyatının bu denli sıçraması, şüphesiz 3 Ağustos’ta açıklanacak Temmuz ayı enflasyonunun çok yüksek çıkmasının ana nedeni olacak.
Tipik bir seçim ekonomisi uygulaması ile karşı karşıyayız. ÖTV ve KDV artışını gerektiren nedenler seçim sonrasında ortaya çıkmadı. Önlem alınmazsa bütçe açığının rekora doğru gitmekte olduğuna bu köşede çok defa dikkat çekildi. Bu köşe, bu büyük sorunu dile getirmekte yalnız da değildi, çok sayıda iktisatçı da bu tehlikenin altını çizdi. Teknik modellere dayanmak gerekiyor ama o tür modellere başvurmadan da şu rahatlıkla belirtilebilir: Söz konusu vergi artışları çok önceden başlanarak kademeli bir şekilde yapılsaydı, enflasyonun bundan sonra izleyeceği yokuş daha az dik olacaktı; yılsonu enflasyonunu yüzde 58 olarak değil daha düşük bir düzeyde tahmin edecekti TCMB.
Merkez bankası gibi kurumların bağımsızlığının ya da mali kuralların çıkış nedeni tam da bu tip seçim ekonomisi uygulamaları. Çok daha yaygın bir seçim ekonomisi uygulaması şu: Hükümetler ülkelerinin merkez bankalarından istedikleri kadar kredi alıp seçimden önce bol bol harcayabiliyorlar. Seçimden önceki iktidarın seçimde işine yarar gibi görünen bu tür uygulamalar seçim sonrasında ekonomide önemli sorunlar yaratıyorlar. Bunu gösteren geniş bir iktisat yazını var. İstenmeyen sonuçlar yaratan bu tür uygulamaları en aza nasıl indirebiliriz diye kafa yormuş bilim insanları. Alın mesela merkez bankası bağımsızlığını. Sonuçta, demokratik seçimlerle oluşan parlamentolar yapıyorlar merkez bankası yasalarını. Yasa çerçevesinde merkez bankasına temel bir görev -fiyat istikrarını sağlamak görevi- veriliyor. Yine yasayla, o görevi yerine getirebilmesi için merkez bankasının kullanabileceği araçlar yasada sıralanıyor ve o araçları kimseden talimat almadan kullanmalarının yolu açılıyor (araç bağımsızlığı). Temel görevi yerine getirebilmeleri için de ara enflasyon hedefleri var; çoğu ülkede hükümetle birlikte saptanıyor. Ayrıca, ülkelerinin hazinelerine kredi açmaları yasaklanıyor (ekonomik açıdan bağımsızlık).
Bu, bizi, son TCMB Başkan ve Başkan Yardımcıları değişikliklerine getiriyor. Merkez Bankası bağımsızlığı açısından bakıldığında, Başkan’ın ya da yardımcılarının kolaylıkla görevden alınabilmeleri iyi bir şey değil. İlgili iktisat yazını, her istenildiğinde bu tür görevden alınmaların yapılabilmesine izin veren bir yasal yapısı olduğunda, o merkez bankasının ‘politik açıdan’ bağımsız olmadığını vurgular. Gelin görün ki Türkiye ekonomisi öyle bir noktaya geldi, TCMB para politikası açısından o kadar büyük yanlışlar yaptı ve enflasyonu patlattı ki, Başkan ve yardımcılarının görevden alınmalarını benim gibi çok sayıda iktisatçı son derece olumlu karşıladı. Umarım, bu tür ‘pat’ diye görevden almalar sona erer; hatta buna izin veren yasal yapı değiştirilir ve Mayıs 2001’deki yasal değişiklik sonrasındaki biçimine döner TCMB yasası.
Ne kadar çok sorun var değil mi?