TCMB’nin önündeki iki zorluk

Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU

Zamanda ileriye doğru çok kısa bir yolculuk yapalım. 3 Eylül 2024 Salı günündeyiz. Ağustos enflasyon gerçekleşmesi açıklandı. Hem Haziran-Temmuz verilerinin hem de bu yeni verinin, enflasyonun, izleyen dönemde Merkez Bankası’nın öngörülerine uygun bir yol izleyeceği ihtimalini güçlendirdiğini düşünelim. Merkez Bankası’nın elindeki mal ve hizmet fiyat artış bilgileri ve İTO’nun açıkladığı veriler de bu düşüşü teyit etsin. Bu durumda, Merkez Bankası, bütçe açığında hem 2024’ün kalanında hem de 2025 için işlerin yolunda gideceğini düşünüyorsa, enerji -özellikle de ham petrol- fiyatları yaklaşık on iki aydır olduğu gibi bir artış eğilimi göstermiyorsa ve Fed gibi büyük merkez bankaları da faiz indirimi sürecine girdiklerine/girmekte olduklarına göre, faiz indirimini Eylül PPK toplantısında tartışmaya başlayabilir.

Dikkat ederseniz “indirmesi gerekir” değil de “tartışmaya başlayabilir” dedim. Neden? Faiz düşürme sürecinin neden güdeme geleceği açık sanırım. Enflasyon, Merkez Bankası’nın tahminlerine uygun bir yol izleyecekse, 2024 sonunda yüzde 40’a, 2025 ortasına doğru da yüzde 30 civarına düşecek demektir. Faiz kararları geçmişin koşullarını yansıtan mevcut enflasyona göre değil de enflasyonun yakın gelecekte izleyeceği yol hakkındaki tahminlere dayanarak alınacağına göre, politika faizini yüzde 50’de tutmak, yüksek bir reel (enflasyondan arınmış) faiz anlamına gelir. Bu durumda politika faizini düşürmeye başlamak gerekir. Ama faiz düşürmeye başlaması halinde iki riskle karşı karşıya kalacak Merkez Bankası.

İlk risk TÜİK’in açıkladığı enflasyon verileri hakkında artık çok yaygınlaşan kuşkularla ilgili. Özellikle 2022’nin ilk aylarından başlayarak 2023 ortalarına kadar yaşanan süreç şüpheleri son derece artırdı. Mesela yıllardır birbirlerine çok yakın hareket eden TÜİK ve İTO enflasyonları arasındaki fark birden açıldı; TÜİK’in açıkladığı değerler düşük kaldı. TÜİK zaman içinde doyurucu bir açıklama yapmadı. Hafta başında kamuoyuna yansıyan TÜİK Başkanı’nın açıklamaları da “keşke hiç konuşmasaydı” dedirtti. Mesela İTO ile TÜİK’in mal kapsamlarının farklı olduğunu söyledi. Bu zaten konuyla ilgili herkesin bildiği bir gerçekti; elbette farklılar, biri İstanbul için diğeri tüm Türkiye’yi kapsıyor. Mesele bu değildi oysa yıllardır istatistiki anlamda birbirlerinde sapmayan iki enflasyon verisi ne olmuştu da birden keskin biçimde birbirlerinden sapmaya başlamıştı? Bu tip bir sorun, ne yazık ki teknik olarak faiz düşürmesi gereken her merkez bankasının önüne büyük bir engel çıkarır. Bizde de çıkaracağı açık. Merkez Bankası bu engeli nasıl aşacak? Düşünmeleri gerekiyor. Bir yandan TÜİK’in iletişim desteği alarak şeffaflaşmaya teşvik edilmesi şart. Diğer yandan da Merkez Bankası’nın enflasyonun ana belirleyicilerindeki değişimlerin açıklanan verilerle ne denli uyumlu olduğunu (öyleyse elbette) anlatması gerekiyor.

İkinci risk daha önce de değindiğim önemli bir konuyla ilgili. Faiz indiriminin sadece ‘teknik’ nedenlere dayanılarak alındığına güvenilmesi gerekiyor. Ne yazık ki 2021-Mayıs 2023 döneminde yaşanalar hafızalarda canlı. Daha geçenlerde en yetkili siyasilerden faiz indiriminin sonbaharda düşünülebileceği yolunda açıklamalar geldi. Merkez Bankası’nın önündeki bir diğer büyük engel de bu. Hiç şüpheniz olmasın, politika faizinin düşürülmesi halinde kararın baskı altında alındığına dair bir koro başlayacaktır. Hele TÜİK sorunu orta yerde duruyorken.

Teknik açıdan doğru olan bir kararın doğruluğuna ekonomik birimler ikna edilemiyorsa alınan kararın geri tepmesi ihtimali güçlenir. Dolayısıyla, bu coğrafyada Merkez Bankası’nın işi zor. Ama bir yolla bu zorluğun üstesinden gelmesi gerekiyor. 

Tüm yazılarını göster