Dünyanın içinde bulunduğu durumda merkez bankası bağımsızlığından söz etmek biraz ‘garip’ kaçacak. Ama yaşamakta olduğumuz yüksek enflasyon ortamından kazasız belasız çıkmak istiyorsak, bağımsızlığın önemini vurgulamak gerekiyor. Zira Ekim ayı para Politikası Kurulu (PPK) önümüzdeki perşembe günü yapılacak. TCMB’nin bağımsızlığı yolunda yapılacak yasal düzenlemeler, hiç şüpheniz olmasın hem risk primini hem de döviz kurunu enflasyonu düşürecek yönde etkiler ve PPK üyelerinin işini kolaylaştırır. Neden?
Temel nedeni, ekonomi politikası karar alıcılarının ‘rasyonele dönüş programı’ olarak tanımladıkları programdan U-dönüş olasılığından şüphe edilmesi. Bu şüphenin son kanıtı, yaklaşık iki hafta önce basına sızan Bank of America raporunda vardı. Rapor, Bakan Mehmet Şimşek’in Londra’da büyük uluslararası finans kurumlarının temsilcileri ile yaptığı görüşmelere katılanların görüşlerini özetliyordu. Toplantıya katılan fon yöneticileri Türkiye’ye yeniden yatırım için henüz erken olduğunu düşünüyorlarmış. Bu düşüncelerinin arkasında ne olduğu ise açık: Eski U-dönüşler. Özellikle Naci Ağbal’ın TCMB Başkanlığı döneminin çok kısa sürmesi ve arkasından gelen dönemde rasyonel olmayan para politikası.
Merkez bankası bağımsızlığının çeşitli boyutları var. Burada bizi ilgilendiren politik bağımsızlık. Bir merkez bankası başkanı ve diğer üst düzey yöneticileri her istenildiği zaman görevden alınabiliyorsa, politik açıdan o merkez bankası bağımsız olmuyor. Politik bağımsızlık açısından, başkan ve üst düzey yöneticilerin göreve sadece bir kişi tarafından atanmamaları ve yasal görev sürelerinin uzunluğu da önemli. 2001 krizinden sonra TCMB yasasında önemli değişiklikler yapılmıştı. Bu çerçevede, TCMB politik açıdan bağımsız olmuştu. Başkan ve Başkan yardımcılarının görev süreleri 5 yıla çıkarılmıştı ve görevden alınmaları son derece zorlaştırılmıştı. Keza, başkan, bakanlar kurlu kararı ile atanıyordu.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra bu maddeler değiştirildi. Görevden alma çok kolaylaştı. Naci Ağbal’ın görevden alınmasından sonra atanan yeni başkan döneminde önce faiz politikasında bir değişikliğe gidilmedi. Ama sonra olanları biliyorsunuz. Enflasyon hedefi yüzde 5, enflasyon ise yüzde 19 iken ve dahası enflasyonun artması bekleniyorken, Eylül 2021’den itibaren politika faizi peş peşe düşürüldü. Başlangıçta yüzde 19’dan iken Aralık 2021’de yüzde 14 oldu. Şubat 2023’te ise yüzde 8.5 düzeyindeydi. O tarihte resmi tüketici enflasyonu yüzde 55, İTO endeksi ile ölçülen enflasyon ise yüzde 79’du. Bu süreçte her iki enflasyonun ve politika faizinin nasıl seyrettikleri grafikte gösteriliyor. Grafiği özellikle Ocak 2020’den başlattım. Her üç değişken birbirlerine uyumlu bir şekilde hareket ederken, politika faizinin düşürülmeye başlanması ile iş çığırından çıkıyor.
Bu grafiklerin farklı biçimlerini çok gördünüz; yeni bir şey yok bu anlamda. Ama şu kıssadan hisse önemli: Para politikasında U-dönüşü olabileceği tereddütlerini ve politika faizinin yükselebileceği bir üst sınır olduğuna dair algıyı azaltmanın basit bir yolu var: TCMB yasasını değiştirmek ve bu değişikliğin önemini en yetkili ağızdan açıklamak.