TCMB ve BDDK arasında eşgüdümün önemi

Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU

Geride bıraktığımız hafta sonunda Merkez Bankası (MB) ‘Makroihtiyati Çerçeveye İlişin Basın Duyurusu’ başlığı taşıyan bir duyuru yayınladı. Buna göre TL cinsinden mevduatların zorunlu karşılık oranları yükseltildi, yabancı para cinsinden mevduatlar karşılığında MB’de tutulması gereken TL zorunu karşılıklar için geçerli oranlar ise düşürüldü. Ayrıca zorunlu karşılıklar için MB’nin bankalara ödediği faizden yararlanma olanağı artırıldı. Net etkinin karardan önceki para politikasının duruşunu ne yönde değiştireceğine ilişkin bilebildiğim kadarıyla bir açıklama yapılmadı.

12 Eylül’den bu yana MB bankalardan likidite çekiyor. Bu olgu ilk defa gözlenmiyor. Ekim 2023’ten beri kah likidite çekiyor kah likidite veriyor. Likidite çekmesi, bankacılık sisteminde likidite fazlası olduğunu gösteriyor. 2001 krizinden sonra yaklaşık 2010 ortalarına kadar da durum böyleydi. Kamu bankalarını ayağa kaldırma operasyonu çerçevesinde bol miktarda likidite sisteme çıkmıştı; zamanla eridi o likidite ama o dönem boyunca hep likidite fazlası vardı. Ayrıca o dönemin ilk yarısında önemli ölçüde rezerv biriktirmişti MB; bu nedenle de likidite fazlası çıkmıştı sisteme. Şimdiki durumda kalıcı bir likidite fazlası eğilimi henüz yok. İki nedenle likidite fazlası var: Asıl olarak rezerv artışı (döviz alımları) ve bir ölçüde de özellikle son haftalarda Hazine’nin MB’de tuttuğu TL mevduattaki azalma.

MB’nin, piyasa faizlerinin enflasyonla mücadele açısından gerekli gördüğü düzeyin altına inmemesi için likidite fazlasını sistemden çekmesi lazım. Bu nedenle kullanılabilecek araçlardan biri de zorunlu karşılık oranını yükseltmek. Karardan önce gecelik piyasa faizi MB’nin politika faizi olduğunu belirttiği %50’nin yaklaşık üç puan altına kadar inmişti. Bugünlerde tekrar %50’ye çıktı. Sistemden likidite çekmek için başka yollar da var. Mesela, likidite fazlasının kalıcı olacağı düşünülüyorsa, MB sistemden hep likidite çekecek anlamına gelir. Bu likiditeyi de faiz koridorunun alt sınırı olan bankalardan gecelik borç alma faizi (%47) ile çekeceğine göre artık yeni politika faizinin koridorun alt sınırı olması gerekir. MB enflasyonla mücadele açısından %50’yi uygun görüyorsa o zaman koridorun alt sınırı %50’ye yükselecek şekilde koridorun yukarıya kaydırılması gerekir. Muhtemelen MB iki nedenle bunu yapmak istemiyor. Birincisi, likidite fazlasının kalıcı olacağını düşünmüyor olabilir. İkincisi, koridorun yukarıya kaydırılması, herkesin uzun zamandır politika faizi diye bellediği repo faizinin –MB’nin bankalara haftalık vadede borç verme faizinin- de yukarıya yükselmesi demek (mesela %53). Bu faiz artık politika faizi olmayacağına göre, bu yükseliş para politikasının sıkılaştırıldığı anlamına gelmez; ama bunu anlatması zor olabilir.

Her neyse, sonuçta MB zorunlu karşılık oranını yükseltti ve mevduat ve kredi faizleri açısından asıl önemli olan gecelik piyasa faizinin (bankaların kendi aralarındaki işlemlerde ortaya çıkan faiz) tekrar %50’ye yakınsamasını sağladı. Bu anlamda geçen haftaya göre parasal koşullar sıkılaştırılmış oldu. Bu sıkılaştırma çok önemli olmayabilir, kaldı ki zorunlu karşılıklara ödenecek nema miktarının artmasının bu göreli sıkılaştırmanın etkisini azaltması da söz konusu. Ama sonuçta göreli –bu karar alınmasaydı durumuna kıyasla- bir sıkılaşma var. Neredeyse eş zamanlı olarak BDDK bazı kredi türleri için uyguladığı risk ağırlıklarını düşürdü. Teknik ayrıntı bir tarafa, etkisi çok önemli olmayabilecek olsa da bir anlamda kredi koşullarının gevşetilmesi anlamına geliyor. Salt, para-kredi koşulları ve enflasyon açısından bakıldığında, iki ters yönlü karar gibi duruyorlar. Tekrarlıyorum; etkileri çok sınırlı olabilir ama sonuçta ters yönlü çalışacak iki karar. Ne için ters yönlü çalışacak? Enflasyon açısından.

Ama BDDK’nın görevi enflasyonla mücadele değil; o MB’nin görevi. BDDK, banların bilançolarının sağlığı ile ilgili. Öyle koşullar oluşabilir ki BDDK ile MB’nin (farklı) amaçları doğrultusunda attıkları adımlar çelişebilir. Özellikle küresel finansal krizden sonra bu konu çok tartışıldı ve finansal mimarinin nasıl olması gerektiğine odaklanıldı. Mesela İngiltere Merkez Bankası, hem makro ve mikro ihtiyati sorumluluklar üstlendi hem de eskiden olduğu gibi fiyat istikrarından sorumlu oldu. Bazı ülkeler bu yolu seçmediler. Özellikle bizim gibi ülkelerde merkez bankalarının bağımsızlığı açısından tehlikeli böyle bir güç birikimi. Türkiye’de mikro ve makro ihtiyati sorumluluklar temel olarak BDDK’da. Gerekli araçların çoğu da orada. MB’nin bu açıdan rolü ve kullanabileceği araçlar daha sınırlı. Böyle olunca bir eşgüdüm sorunu ortaya çıkıyor. Bu sorunu çözmek için 2011’de Finansal İstikrar Komitesi kuruldu. Hazine ve Maliye Bakanı’nın başkanı olduğu bu komitenin iki önemli üyesi BDDK ve MB.

Görünürde (etkileri sınırlı da olsa) ters yönde olan bu iki kararın Finansal İstikrar Komitesi üyeleri arasında tartışılmamış olduğunu düşünmek için bir neden yok. Ama bu tür ters görünen kararlar alındığında en azından iki noktaya dikkat çekmek gerekir. İkisi de iletişimle ilgili: Birincisi, her iki kararın olası etkileri hakkında bilgilendirme yapılır. İkincisi, bu kararların alınmalarının arkasındaki nedenler anlatılır; eşgüdümün altı çizilir. Özellikle enflasyon beklentilerinin istenildiği gibi olmadığı koşullarda bu beklentileri olumsuz yönde etkilememek için gerekli böyle bir iletişim.   

     

Tüm yazılarını göster