Tartışmalardaki “80/20 kuralı” vasatlık batağına sürükler

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Geçen haftaki yazımızda, yeniliklerin yayılma hızını ölçebileceğimizi, iş yeri yöneticileri bu ölçümü yaptıkları zaman “vasatlık sınırlarının” aşabileceğini tartıştık. Düşüncelerimize kaynaklık eden Abert-Laszo Barabasi’nin “Bağlantılar" kitabından yararlanmayı sürdürelim: Kitapta aristokrat bir ortamda yetişmiş olan Pareto’nun dış görünüşüne aldırmayan biri olduğunu anlatılır. Pareto anıtsal eseri Trattato di Sociologia Generale’yi yazarken sadece bir çift ayakkabı ve bir takım elbiseyle idare etmiştir. Ortaya koyduğu eser, ekonomistler ve sosyologlar için esin kaynağı olma özelliğini hâlâ bugün korumaktadır.

Pareto’ya ilişkin bu magazinsel anımsatmayı niçin yaptırıyoruz? Kavrayabildiğimiz kadarıyla ülkemizin “vasatlık tuzaklarını” aşamamasının nedenlerinden biri de Pareto’nun ortaya koyduğu “80/20 Kuralı”nın tartışmalarımızda yaygın olarak geçerli olmasıdır. Kurala göre, çoğu durumlarda çabalarımızın beşte dördünün anlamsız yere harcanır. Kuralı, bezelye tohumlarının döllenmesinden, web ‘deki bağlantıların yüzde 80’nin web sayfalarının sadece yüzde 15’ini yönetmesine, televizyon ekranlarındaki tartışmaların üretkenliğinin yüzde 15 ‘i bulmamasına kadar hayatın her alanında test edebiliriz. Aynı sonucun “reform tartışmalarında” da geçerli olduğunu söylersek abartmış olmayız.

“Çare tükenmez”

Tartışmalarda ve sorgulamalarda “80/20 Kura”lının geçerli olduğu alanlarda “yönetişim kalitesi” işe yarayabilecek zihinsel araçtır. Siyasi irade, bürokrasi, işyeri yöneticileri, STK yöneticileri ve medya mensupları “ yaratıcı yüzleşme özgüveni” gösterdiklerinde ve zihni modellerini etkili biçimde sorguladıklarında, “çarenin tükenmez” olduğuna tanıklık edecektir.

Tartıştıklarımızın kavranışını, kurgulanmasını ve konumlandırmasını doğru yaparsak, sorunlara etkin çözüm üretebileceğimiz genellemesini iddialı bulanlara tarihin derinliklerinden bir örnek verelim: 12291241 tarihlerinde Moğol İmparatorluğunda Han olan Ogeday’ın 891 yıl önce akılla çözdüğü iletişim sorunu bizlere çok şey söyleyebilir. Moğol İmparatorluğu Başkenti Karakurum ile Macaristan arasında yaklaşık 7 bin kilometre uzaklık olmasına rağmen, Ogeday’ın geliştirdiği Yam Sistemi adı verilen posta örgütlenmesi bir haftadan daha az bir zamanda iletişim kurabiliyordu. Eğitimli bir atın yüksek hızla koşabileceği 40-50 kilometre aralıklarda at besleme istasyonlarına dayalı bu sistemi merak edenler Robert Marshall’ın “Doğudan Yükselen Güç Moğollar” kitabındaki ayrıntıya bakabilir. Zaruret in maharet doğurmasının yakın tarih örneğini isteyenler de ülkemizde üretilen İHA ve SİHA’ların öyküsüne yakından bakmalı.

Ülkemizin zor koşullarda düze çıkarmak için ihtiyaç duyduğumuz “reform gündemini” alabildiğine sorgulamalıyız. “Reform” sözcüğünün bileşen ve bağlamlarını irdelemeden, önüne bir de “yapısal” nitelemesini ekleyerek söylediğimizde kulaklara hoş gelen algısına kendimizi kaptırmamalıyız. Kurum ve kuruluşlardaki uzmanlardan, gazetelerde yazan çizenlere, televizyonlarda kitleleri bilgilendirme iddiasında olanlardan, ülkeyi yönettiğini söyleyen herkese yaşadığımız kronik sorunların çözme sorumluluğumuzun ortak olduğunu bilmeliyiz. Siyasetçilerin birbirlerine söyledikleri bir “sözcük” içi ayırdığımız tartışma zamanının ne kadarını gündemde olan reformların yapısı, işlevi ve sürdürülebilirliklerini sorgulamak için ayırıyoruz? Tartışma gündeminde “80/20 kuralının” geçerliyse yaratmak istediğimiz sonuçlara yaklaşmamız mümkün mü?

Güç, içerde yaratılır

Yerelde ve içerde güçlenmeden, küresel anlamda güçlü bir ekonominin yaratılmasının imkânsıza yakın olduğunu zihinlerimizde netleştirmeliyiz. Reform düzenlemelerinden sonuç alabilmemi için tartışma gündemimizi “80/20 kuralından” uzaklaştıracak bir gündem çerçevesi belirlemeliyiz. Bu bağlamda;

Dinamik envanter ve net bilgi üretimini gerçekleştirecek kurumları işler hale getirelim, onları ilkesiz gizlilik tuzaklarından uzak tutalım. Bu adımı tam bir seferberlik anlayışıyla atalım, toplumun bütün gücünü sağlıklı veri ve net bilgi sorununu çözmeye odaklayalım. Bizi net bilgiye götürecek adımların ne kadar önemli olduğunu merak edenler, John D. Kelleher ve Brendan Tierney’in yazdıkları, Onur Öztürk’ün dilimize aktardığı, Can Yayınları’dın dağıtımını yaptığı “Veri Bilimi” kitabını okumalı. Ayrıca, Jinghan Zen’in Turquie Diplomatique’nin 141. Sayısında yayınlamaya başladığı “Yapay zeka ve Çin’in otoriter yönetişimi” olan araştırmasına da göz atmaları yararlı olacaktır.

İkinci adımım, özgür iletişim ve etkileşimle toplumun ortak aklını yakalamak için gerekli sabrı ve direnci nasıl göstereceğimizi sorgulayalım.

Başta bilgi üreten kurumlar olmak üzere kapsayıcı kurumları siyasetin pragmatizm vesayetinden kurtulmanın yol ve yöntemlerini arayalım.

Yöneticilerin kullandıkları dili ve davranışlarındaki iç tutarlılığı sistemli sorgulayan denge-denetim kurumlarını “ilkeler kalelerimizdir” anlayışının güvencesi altına almanın yollarını bulalım.

Başta hukuk sistemi olmak üzere bireylerin ve kurumların ödünsüz gözetim ve denetimini nesnel biçimde yapacak mekanizmaları işletecek önlemleri netleştirelim.

Geribildirim döngüsünü sağlam mekanizmalar üzerine kurma, öngörülen işlerle yaratılan sonuçlar arasındaki “sapmaları” yaratıcı bir yüzleşmeyle sorgulama, sapmaları düzelten hangi önlemleri alacağımızı şeffaf ortamlarda sorgulatma özgüveni arayışını öne çıkaralım.

Sistemlerin işleyişini ve etkileşimini nasıl koordine edeceğimizi ilke ve kurallara bağlamanın, o kurallara bir gölge sadakatiyle uymanın koşullarını yaratalım.

Düşünce sistemleri, inanç sistemleri, bilim-teknoloji ve eğitim sistemleri, eş değerlilik ilkesi üzerine kurulu ticaret sistemleri finans sistemlerini ve araçları, sosyal, siyasal ve kültür sistemleri, yönetim sistemlerinin ve hukuk sistemi bütününden oluşan; sistemlerin sistemi bağlamında “nasıl bir uygarlık tasavvurum”olduğunu tanımlar; taahhütlerimi açık-seçik ortaya koyalım.

Teknolojinin de zorladığı bağlantılar, iletişim ve etkileşim biçimleri ve işbirliklerinde hangi önceliklere sahip olduğumu en küçük kuşkunun gölgesini düşürmeyecek biçimde ortaya koyalım.

Zihinde doğru çözümler üretemezsek, pratikte salınmalar kaçınılmaz olur... Zaten düşük verimli olan kaynak kullanımımızı giderek daha büyük çıkmazlara doğru sürükleriz.

Tüm yazılarını göster