Bu sıralar sabahın dördünde uyanıp yola çıkmak benim için sıradan hale geldi. Bazı dostlar “yorucu olmuyor mu? bazıları da “seyahatlerinizi sosyal medyadan takip ederken yoruluyoruz siz yorulmuyor musunuz?” diye soruyor. Gittiğiniz yol, buluştuğunuz insanlar ve yerleri severseniz hiç bir yolculuk yorucu olmaz. Aksine, mutluluk ve enerji verir.
Salı günü yine sabahın dördünde yola çıkıp Diyarbakır’a gittim. Eve döndüğümde gece saat üçtü. Görünüşte 23 saatlik bir yolculuk olsa da aslında 12 bin yıl öncesine gidip geldim.
Türkiye İş Bankası 100.yıl etkinlikleri kapsamında 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Günü’nde Diyarbakır’da çok önemli bir etkinlik gerçekleştirdi. Dünya Çiftçiler Günü’nde Diyarbakır’ da çiftçilerle buluştuk. Etkinlikle ilgili haber dün Ekonomi gazetesinde yayınlandı.
Etkinlikten sonra akşam uçağına 8-9 saat zamanım olunca Diyarbakır’a yaklaşık 50 kilometre uzaklıktaki Ergani’ye gitmeye karar verdim. Tarımın başladığı, dünyada yerleşik hayatın başladığı birkaç yerden birisi olarak bilinen Çayönü Tepesi ile Hilar Kayalıkları’nı görmek istedim. Okurumuz Recep Uludağ, Ekonomi gazetemizin Diyarbakır Temsilcisi Mahir Solmaz ve Şanlıurfa Temsilcimiz Mehmet Nabi Batuk ile Ergani’ye oradan da 6 kilometre uzaklıktaki Hilar Kaya Mezarları ve Çayönü Tepesi’ne gittik.
Halet Çambel ile çalışmalar başladı
Ayak bastığınız topraklarda 12 bin yıl önce insanların yaşadığını ve sizin gibi orada dolaştığını, üretim yaptığını, ilk bitki ve hayvanları evcilleştirdiğini bilmek müthiş bir duygu.
Çayönü Tepesi’nden Ergani Ovası’ndaki buğday tarlalarına bakarken, buğdayın, mercimeğin, nohudun, ketenin, domuz ve küçükbaş hayvanların ilk kez burada evcilleştirildiğini bilmek ve avlayıcı toplayıcılıktan üretime geçişi düşünmek insana anlatılması zor duygular yaşatıyor. Çayönü Tepesi’nin diğer ilk yerleşim yerlerinden farkı, burada yaşayanların yerleşik hayatla birlikte üretime geçmiş olmaları. Ayrıca metalürji tarihi Çayönü ile başlıyor.
Çayönü Tepesi ile ilgili ilk çalışmalar dünyaca tanınan arkeologumuz Prof. Dr. Halet Çambel ile Robert J. Braidwood tarafından İstanbul ve Chicago Üniversiteleri’nin Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi ile başlar. 1963 yılında Çayönü Tepesi’nin yüzey araştırması tamamlanır. Kazılar 1964 yılında Halet Çambel, Linda ve Robert J. Braidwood eş başkanlığında başlar. Sonraki yıllarda zaman zaman kesintiye uğrasa da günümüze kadar kazılar devam ediyor.
Çayönü Tepesi’nin tarım için önemi nedir?
Çayönü Tepesi ile ilgili çok sayıda makale, yazı, haber okudum. Uzun yıllar Çayönü Tepesi Kazı Başkanlığı yapan Prof. Dr. Aslı Erim Özdoğan ile yapılmış söyleşileri, programları izledim. Batuhan Sarıca’nın “Mezopotamya Söyleşileri” adıyla yayınlanan röportajında “O dönemin flora ve faunasına dair neler biliyorsunuz? Hangi bitki ve hayvanlar evcilleştirilmişti?” sorusuna Prof. Dr. Aslı Erim Özdoğan şu yanıtı veriyor:
“Domuz ilk evcilleştirilen hayvan. Sığırın evcilleştirme süreci de izlenebiliyor. Koyun-keçi evcilleştirme denemeleri de var ama hücre planlı yapılar evresinin sonlarına doğru başka bir yerden tam evcilleştirilmiş koyun ve keçi getirilmiş. Ergani Ovası, günümüzdeki doğal bitki örtüsü açısından Irano-Turanian alt bölgesi içinde değerlendirilir. Halbuki bulgulara göre Ergani Ovası’nın M.Ö. 10.000-7500 yılları arasındaki görünümü çok farklıdır. Çayönü’nün bitki kalıntıları, bugün otsu bitkiler dışında, bitki örtüsü açısından kıraç Ergani ovası ve çevresinin bu dönemde seyrek meşe-ardıç ağaç topluluklarıyla kaplı; kireçtaşı kayalıkların ise bozkır görünümünde; daha güneyde ise aralarda badem ve fıstık ağaçlıklarının yetiştiği bozkırlar uzanmakta. Çevre nohut, mercimek ve fiğ gibi baklagiller, Emmer ve Einkorn gibi daha çok otsu görünümlü tahıllar ve diğer otlar açısından zengin. Ayrıca şu andaki verilere göre M.Ö. 3000’in başlarına kadar ovanın ortalarından akan ve yerleşmeyi sürekli taşkınlarıyla tehdit eden derin akarsuyun çevresinde saz, kamış, keten gibi bitkilerin yetiştiği bataklık alanları mevcuttu. Akarsu kunduz, su samuru gibi hayvanlara, olasılıkla birçok balık çeşidi ile tatlı su yumuşakça ve çift kabuklulara ev sahipliği yapıyordu. Dişbudak gibi suyu seven ağaçların varlığı da ovanın o dönemlerde suyu bol bir ova olduğunu gösteriyor. Bu farklı çevresel ortamlardaki hayvan toplulukları da oldukça çeşitlidir.
Kazılarda yaban domuzu, yabani sığır, yabani koyun, yabani keçi, kızıl geyik, karaca, ceylan, at, eşek, kahverengi ayı, kızıl tilki, sansar, gelincik, porsuk, tavşan, kirpi, yaban kedisi, Anadolu parsı ile çeşitli kuşlara ait kalıntılara rastlandı. Günümüzde Hilar Kayalıkları ve çevresinde kızıl tilki, sansar, gelincik, tavşan, kirpi ve çeşitli kuşlarla sık sık karşılaşıyoruz. Tepede tabakaları tahrip eden bir tilkimiz de var, kendisiyle pek sık karşılaşmazsak da…
Pişirme teknikleri nasıldı?
Bitkilerin bir kısmı çiğ tüketiliyordu olasılıkla. Baklagilleri ve tahılları bazalt öğütme taşlarında öğüttükleri veya havanla döverek kırdıklarını söyleyebiliriz. Elde ettikleri unu ne şekilde tükettikleriyle ilgili elimizde bir veri yok maalesef. Belki hamur yapıp bazalt bir taşın üzerinde pişirmiş olabilirler ama bu sadece bir varsayım. Av hayvanlarını olasılıkla ortada yanan bir ateşin üzerinde çevirerek pişiriyorlardı. Şiş kebap yapıyorlar mıydı bilemeyiz. Neden olmasın? Et ve balıkları tütsülediklerini veya kuruttuklarını öne sürebiliriz.
Bölgede yaşanan çevre felaketleri nelerdi, bunları nereden anlıyoruz?
Öncelikle ovanın ortasındaki akarsuyun olasılıkla ilkbaharda sık sık yol açtığı seller var. Bu sellerin kuvveti ve etki alanı dönem dönem değişebiliyor. Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem’deki ızgara planlı / radyal planlı yapıların icadını bu sellere borçluyuz. Hücre planlı evrenin başlarında şiddetli bir sel/taşkın söz konusu. Yerleşmenin kuzeyini yaklaşık 50 cm kalınlığında bir aluvyal dolguyla kaplayarak tamamen gömmüş. Bunun neticesinde yerleşme belli alana sıkışmak zorunda kalmış. Terrazo yapısının bilinçli tahrip edilmesi de olasılıkla bu döneme ait. Terrazo ve hemen 1.50-2 m doğusundaki Özel yapıyı korumak için bir teras duvarı örülmüş. Ayrıca Hücre Planlı evrenin sonunda Geniş Odalı Yapılar evresinin başlarında yakılarak gömülmüş hücre planlı yapıların duvarlarında aks kaymaları bir veya birkaç depreme işaret ediyor. Anladığımız kadarıyla bu arka arkaya gelen felaketler Çanak Çömleksiz Neolitik topluluk üzerinde gerçek bir travma etkisi yaratmış. Geniş Odalı Yapılar evresinde de sel izleri mevcut. Yapılar daha basit mimari teknikte yapıldığından deprem olup olmadığını bilmiyoruz. Sel olayları Çanak Çömlekli Neolitik Dönem’de de süregelmiş. Ama esas büyük felaket M.Ö. 2800 yıllarında İlk Tunç Çağ’ın ilk yarısında (İTÇ I-II) gerçekleşmiş. Çanak Çömleksiz Neolitik höyüğün kuzeydoğu yamacı İlk Tunç Çağ I-II’de mezarlık olarak kullanılmış durumda. Ayrıca kuzey yamaca oturtulmuş olasılıkla son Kalkolitik döneme M.Ö. 4000’lerin sonu) ait taş duvarlı bir yapı en az üç kere ciddi anlamda deprem geçirmiş. Bu yapıyı gömen ve mezarlık alanını tamamen örten homojen, sert, yağlı, siyaha yakın koyu kahverengi kurşuni dolgu, coğrafyacı ekip elemanlarımızın gözlemlerine göre bir bataklığın veya derin bir akarsu yatağının en dip dolgularıdır ve olasılıkla bir veya birkaç depremin etkisiyle dolgular tepeyi kaplayacak şekilde güneye doğru kütle halinde akmıştır. Bu dolgu, anlaşıldığı kadarıyla ovanın bütün güneyini kaplamıştır. Bugün kazıda saptadığımız bu sözünü ettiğimiz dolgu çevremizdeki tarlalarda da var.”
Kazı çalışmaları yeniden başlayacak
Hilar Kaya Mezarları’nı gezdikten sonra Çayönü Tepesi’ne gitmeden önce Hilar Köy Muhtarı Tarık Arslan, köy sakinlerinden Ahmet Yorulmaz ve gençlerle çaylarımızı içerken bir yandan sohbet uzadı. Sohbeti gelen telefon böldü. Köy muhtarı telefonu kapattıktan sonra Diyarbakır İl Kültür ve Turizm Müdürü Mehmet Sabahattin Genç ve Çayönü Tepesi kazı başkanlığına yeni atanan Savaş Sarıaltun’un geleceğini söyledi. Çayönü Tepesi’ni İl Kültür ve Turizm Müdürü, yeni kazı başkanı ve Diyarbakır Müze Müdürü Müjdat Gizligöl ile birlikte gezdik.
Kültür ve Turizm Bakanlığı kazı çalışmalarını yeniden başlatarak Çayönü Tepesi’nin Göbeklitepe gibi turizmin önemli rotalarından birisi olması hedefleniyor. Bunun için kaynağa ihtiyaç var.
Göbeklitepe mi, Çayönü Tepesi mi?
Ergani’de,Hilar Köyü’nde konuştuğumuz birçok kişi Göbeklitepe’nin çok önemli olduğunu, Çayönü Tepesi’nin de aynı öneme sahip olmasına hatta daha da önemli olmasına rağmen gereken değerin verilmediğini söyledi. İşin içinde siyaset olduğunu söyleyen de oldu, kaynak yetersizliği olduğunu söyleyen de. Gerçek olan şu ki, Göbeklitepe’nin bu kadar öne çıkmasında Doğuş Grubu’nun büyük rolü var. Doğuş Grubu’nun buradaki kazı ve çalışmalara sponsor olması Göbeklitepe’yi hem yurtiçinde hem dışarıda öne çıkardı. Çayönü için de böyle güçlü bir sponsora ihtiyaç var.
Türkiye İş Bankası 100. Yılında tarım konusunda çok önemli çalışmalar yapıyor. Bu çalışmalarını tarımın ilk başladığı yerlerden birisi olan Çayönü Tepesi kazılarına destek olarak taçlandırabilir. Hem tarıma, hem bölgeye hem de insanlığa büyük hizmet vermiş olur.
Özetle, tarımın başladığı topraklarda olmak, 12 bin yıl önceki atalarımızın yaşadığı Çayönü Tepesi’nde gezmek insana anlatılması zor duygular yaşatıyor. Herkesin bu duyguyu yaşamasını dilerim.