COVID-19 salgınının “görünmez gücünün” insanlık gündemini değiştireceğinden kuşku yok ama gereken dersleri alacağımızın da garantisi yok. Önümüzdeki günlerde, iklim değişikliğine çok farklı pencereden bakarak, daha derinliğine uluslararası işbirliği yapılmasını talep edenler artacak. İçme-kullanma ve sanayi suyu ihtiyacının karşılanma biçimi ve kullanım verimliği alabildiğine sorgulanacak. Enerji üretimi ve kullanımı bütün toplumların öncelikli sorunlarından biri olacak. Sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi, kapasite ve teknik imkanlarına erişebilirlik konusu sıcak gündemin ilk maddelerini oluşturacak. İnsanların evleri ile işyerleri arasında hızlı, güvenli ve konforlu gidip gelebilmesini sağlayan, özellikle toplu taşım sistemlerinin kapasite ve teknik imkanlarını artırmaya yönelik yatırım talepleri yükselecek. En başta da, insanların canını korumasının temel girdisi olan “gıda güvenirliği bağlamında tarım ve hayvancılık politikaları ve uygulamaları” sorgulanacak.
“Yeni normalı” ararken, “ciddi fikirlerin yerini sloganların almaması” gerekiyor. Tarım ve hayvancılık bağlamında gıda sorunlarını tartışırken de Güven Sak’ın 23 Nisan’da çıkan kapsamlı yazısındaki saptamalarını dikkate almalıyız: “Türkiye’nin kentleşme oranı Almanya kadar oldu. Dün memleket, kırdan kente göç sayesinde kendiliğinde büyüyordu. Kırdan gelenler şehirde sanayi ve hizmetler sektöründe çalışmaya başlayınca verimlilikleri üç kat artıyordu.” Saptamalarına bir ekleme daha yapıyordu: “Şimdi artık her sektörde verimlilik artırmak için ayrı ayrı adımlar atmak, mevcut statükoyu değiştirmek gerekiyor.”
Tarım ve hayvancılıkta verimlilikleri artırmak için yapılacak ilk iş, bugüne kadar alınan önlemlerin niçin yaratmak istediğimiz sonuca bizi götürmediğini sorgulamaktır. Sektörün hayati olduğuna kimsenin kuşkusu yok. Gıda üretiminde geçmişten farklı bir verimlilik yaratmak istiyorsak, geçmişi sorgulamak hepimizin sorunudur.
Bütün suçu “yönetici hatalarında” arama kolaycılığı bizi bir yere götürmedi. Anadolu’da yaygın bir söz vardır: “Karpuz keserek yürek ferahlamıyor!”. Bir başkasını “günah keçisi” ilan etmek, “yetmezliğin itişi, ihtirasın çekişinin” kapanına tutulmak, popülist kolaycılığın seline kapılmak olur.
Tarım ve hayvancılıkta verimliliği artırmak için metodumuzu, modelimizi ve projelerimizi paylaşmıyorsak; eleştiri hakkımızı kötüye kulanmış oluruz. Kendi adama, tarım ve hayvancılıkla ilgili yazdıklarımı ve söylediklerimi uzmanlık bilgisi olanların huzurunda sorgulanmasını çok isterim. Eğer tarım ve hayvancılıkta yeni şeyler söyleyecek, yeni iş yapma metotları geliştireceksek, ilgili olanlar şu sorunun yanıtını vermeli: “Tarım ve hayvancılıkla ilgili envanterlerimiz yeterli mi, ortalıkla dolaşan verilerin ne kadarı doğru? Bugün erişebildiğimiz tarım ve hayvancılık verileriyle herhangi bir yatırım fizibilitesi yapmak mümkün mü?” Korkusuz ortamlarda bu soruyu onlarca insana yönelttiğimde tek bir kişi bile “olumlu” yanıt vermedi, veremedi. Ülkemizde bugünkü envanterler, derlenen veriler, üretilen bilgilerle tarım ve hayvancılığın sorunlarına çözüm aramak, cephanesi olmayan askerden zafer beklemek gibidir. Belki zafer kazanılır, ama “Pirüsvari zafer” olur. Diyeceksiniz ki, yıllardır aynı şeyi yazıyor ve söylüyorsun. Doğrudur, sorunun kök nedeninin üzerine gidilmemiş, gerekli adımlar atılmamışsa, onun fikr-i takibini yapmak görevimiz değil mi?
İçtenlikle birilerinin beni, verilerimizin yeterli olduğunu; benim eksik kaldığımı ikna etmesini bekliyorum… Aksi halde, ayıklanmış verinin temel girdi haline geldiği günümüzde, sağlıklı veri olmaksızın tartışma yapmamız, başkalarını kandırmamızın ötesinde kendimizi kandırmak olur ki, bu bir insanın kendine yapacağı saygısızlığın en büyüğüdür.