Tarım sektörü ve sürdürülebilirlik

Dr. S. Armağan VURDU DEVR-İ ÂLEM

Karbon emisyonlarının azaltılması ile ilgili gündemlerde genellikle sanayi sektörlerinin ön plana çıktığını görüyoruz. Diğer taraftan, tarım endüstrisinin de karbonsuzlaştırmayı destekleme için alabileceği önlemler ve yapılması gerekenler olduğu aşikâr. Zira, tarımdan kaynaklanan küresel sera gazı (GHG) emisyonlarının toplam emisyonların yüzde 32’si olduğu tahmin ediliyor. Yakıtla çalışan çiftlik ekipmanların kullanılması, sulama için suyun pompalanması, çiftlik tesislerinde çiftlik hayvanlarının yetiştirilmesi ve azot bakımından zengin gübrelerin kullanılması, tarımın yüksek sera gazı emisyonlarına sebep olmasını birlikte getiriyor.  Ayrıca, tarımın iklim değişikliğinin ötesinde doğa ve toplum üzerindeki etkileri de söz konusu. Örneğin, tarım arazileri yaşanabilir tüm arazilerin yarısını kaplıyor ve sulama için kullanılan kaynaklara baktığımızda, tarımın tatlı su çekilmesinin yüzde 70'ini temsil ettiğini görüyoruz. İlaveten, modern gıda sistemleri dünyadaki biyolojik çeşitlilik kaybının birincil itici gücü ve bu sistemlerin biyosfer bütünlüğü, insan sağlığı ve gıda erişimi üzerinde artan etkileri söz konusu. İklim değişikliği odak noktası olmaya devam etse de karbonsuzlaştırma ve bunu başarmak için yapılan eylemler, doğa ve toplum üzerindeki daha geniş etkilerinden ayrı olarak düşünülemez. Küresel ısınmanın etkilerini azaltmaya yönelik hedeflere ulaşmak, değer zinciri boyunca çiftliğin ötesine uzanan aksiyonları gerektiriyor. Bunların başında gıda kaybını ve israfını azaltmak, beslenme alışkanlıklarımızla ilgili değişimleri benimsemek ve ekilebilir araziyi nasıl kullanmamız gerektiğini tespit etmek geliyor. Bu aksiyonların hepsi karbonsuzlaştırma için kritik öneme sahip ve bu şekilde bir yandan çiftçilerin gelirlerini korumak, bir yandan da tarım endüstrisinin küresel gıda ihtiyaçlarını karşılamasını sağlamak amaçlanıyor. 

Dünyadaki gıdaların yaklaşık yüzde 30'u her yıl kayboluyor veya israf ediliyor. Gıda kaybı ve israfı sadece küresel antropojenik (insan kaynaklı) emisyonların tahmini yüzde 8 ila 10'una katkıda bulunmakla kalmıyor ama aynı zamanda gıda güvensizliğini, aşırı üretimi ve doğanın bozulmasını da tetikliyor. Tüketim alışkanlıklarının değişmesi halinde, gıda atıklarının 2050 yılına kadar yaklaşık yüzde 23 oranında azaltılabileceği tahmin ediliyor, bu da yaklaşık 0,7 metrik gigaton (Gt) karbondioksit eşdeğerine karşılık gelmekte. Bu azalmaları sağlamak için, tedarik zincirlerinin daha iyi düzenlenmesi, gıda korumayı iyileştirmemiz, satın alma alışkanlıklarını uyarlamamız ve değer zincirindeki sanayiciler için fırsatlar yaratarak gıda kaybını veya israfını azaltmamız gerekli. Yediklerimizi değiştirmek, beslenme alışkanlıklarımızı gözden geçirmek yeni pazarlar açan ve çiftçiler ve sanayiciler için değer yaratan bir süreç olabilir. Üreticiler ve tüketiciler, bitki bazlı ürünler ve hayvansal protein ürünleriyle neredeyse aynı olan alternatif protein kaynaklarına yönelerek önemli miktarda emisyon salınımını önleyebilirler. Örneğin, klasik bitki bazlı seçenekler, sığırlar tarafından yayılan toplam sera gazlarının (GHG) yüzde 12'sini yayar ve kilogram ürün başına daha az metan oranına sahiptir. Hayvansal proteinlerden uzaklaşan beslenme alışkanlıkları, yaklaşık 640 milyon hektarlık bir alanı kurtarabilir. 

Tarım arazileri yaklaşık 4,9 milyar hektarı veya dünyanın karasal alanının yüzde 38'ini kaplamakta. Tarımsal kullanım için arazilerin temizlenmesi veya ekim alanı, yem üretimi veya otlatma arazisi için dönüştürülmesinin, küresel arazi kullanımı değişikliğinin yaklaşık yüzde 80'ini oluşturduğu tahmin ediliyor. Bu muazzam arazi kullanımı göz önüne alındığında, doğa temelli çözümler, 2050’de 6.7 Gt karbondioksit eşdeğeri azaltma potansiyeline sahip. 21. yüzyılın en kritik alanlarından biri tarım sektörü olacak. Tarım sektöründe iklim modellemelerinin yenilenmesi, geleneksel olandan doğa temelli olana geçiş, dirençliliğin (resilience) sağlanması açısından önemli. Döngüsel bir ekonomi ve sürdürülebilirlik kapsamında tarım politikasının sürdürülebilir gıda sistemi oluşturacak şekle dönüştürülmesi, kimyasal pestisitler, gübreler ve antibiyotiklerin kullanımının ciddi oranda azaltılmasını zorunlu kılıyor. Organik tarımın arttırılması ve üretimden tedarike kadar çevresel ayak izi konusunda tüm taraflara bilgi sağlanması için dijital takip sistemi kurulması önemli. Ayrıca, tarım sektöründe verimlilikte ve ürün kalitesinde elde edilecek artış istihdam ve ekonomik büyüme gibi makro değişkenler üzerinde olumlu sonuçlara neden olacağı da göz ardı edilmemeli.

Dünyadaki 510 milyon küçük toprak sahibi çiftçinin benimseyebileceği adaptasyon ve azaltma önlemlerinin belirlenmesi, iklimle ilgili tehlikeler karşısında geçim kaynaklarının korunması ve desteklenmesi için kritik öneme sahip ve küresel gıda güvenliğinin anahtarı konumunda. Küresel gıda talebinin 2050 yılına kadar yüzde 60 oranında artması bekleniyor ve küçük toprak sahibi çiftlikler dünya gıda üretiminin üçte birini karşılıyor. Bu arada, iklim değişikliği 1961'ten bu yana küresel olarak tarımsal verimlilikte yüzde 21'lik bir kayba yol açtı. Sıcaklıkların 2050 yılına kadar 2°C daha yükselebileceği bir dünyada, gerekli önlemler alınmazsa mahsul veriminde daha büyük düşüşler olabilir. Tarımsal üretim şeklini değiştirmek sürdürülebilirlik geçişinin merkezinde yer alıyor, ancak çiftçiler henüz yeni yöntem ve teknolojileri benimsemek için yeterli teşviklere sahip değiller. Emisyon izleme ve diğer eylemler, karbonsuzlaştırmayı kolaylaştırmak için yeni, yenilikçi çözümler gerektiriyor. Ayrıca, çiftçilerin operasyonlarını ölçeklendirme ve karlılıklarını sürdürme konusundaki zorlukların üstesinden gelmelerine yardımcı olmak çok önemli. Çiftçilerin geçim kaynaklarını korurken büyüyen bir gezegeni besleyen tarım için daha sürdürülebilir bir gelecek mümkün. Endüstri oyuncuları, politika yapıcılar ve yatırımcılar büyümeyi sağlarken geleceğe giden yolu da hep birlikte sürdürülebilir hale getirebilirler.

Tüm yazılarını göster