Tarihin en büyük kurtarma operasyonu

Osman ULAGAY DÜNYA GÖZÜ

Sınır tanımayan koronavirüs salgını, küreselleşmenin gerçek anlamda ilk büyük krizini tetikledi. 2007’de ABD’de başlayıp 2008’den itibaren uluslararası finans sistemini tehdit eden ve dünya ekonomisini durma noktasına getiren finansal kriz, reel sektörü de yavaşlatan ama insanların günlük yaşamlarını ve sağlığını ancak dolaylı olarak etkileyen bir krizdi. Halen yaşanmakta olan kriz ise, pek çok ülkede insan sağlığını doğrudan tehdit eden ve insanları günlük yaşamlarını tamamen değiştirmek zorunda bırakan bir kriz. İnsanlık alemini küreselleşmenin gerçek maliyetini düşünmek zorunda bırakan bir kriz.

Henüz başında bulunduğumuz bu krizin insanlığa maliyetinin asgari düzeyde tutulması için gerekenlerin eksiksiz yapılacağını temenni ediyorum. Salgının yayılmasının olabildiğince kısa sürede önlenebilmesi halinde krizin ekonomiye yansıyan maliyetinin de sınırı belirlenmiş olacak. Ancak her halükarda bu maliyetin çok yüksek olması kaçınılmaz görünüyor ve bu maliyeti sınırlamak için belki de tarihin en büyük kurtarma operasyonunu devreye sokmak gerekiyor.

Şirketlerin borç krizi

Virüs salgınını tetikleyen koşullar tamamen ayrı bir konu ama salgının uzantısında dünya ekonomisini durma noktasına getiren koşulların ağır bir krize yol açacak olmasının iki boyutu var.

Birinci boyut küreselleşmenin dünya ekonomisinin yapısını büyük ölçüde değiştirmiş olmasından kaynaklanıyor. Özellikle sanayi üretiminin küresel arz zincirleriyle başta Çin olmak üzere pek çok ülkeye yayıldığı ve turizm,hava ulaşımı, eğlence ve sportif faaliyetler gibi sektörlerin ekonomideki payının artmış olduğu bir dünyada, birçok ülkede hayatın durma noktasına gelmesi, küresel ekonomide arz ve talep şoklarının birlikte yaşanmasına yol açtı. Bu durumun ekonominin bütününü etkilemesi kaçınılmazdı. Küresel ekonominin hem arz hem de talep yönünü derinden etkileyen krizin 2020 yılında bir küresel resesyona yol açma olasılığı da artmış bulunuyor.

Değinmek istediğim ikinci boyut da bu noktada önem kazanıyor. Rushir Sharma’nın New York Times’da yayınlanan önemli makalesinde ortaya koyduğu gibi, küresel resesyon senaryosunun gündeme gelmesi halinde, başta ABD olmak üzere pek çok ülkede, dünyada paranın bol ve ucuz olduğu dönemde hesapsızca borçlanan şirketlerin çok ciddi mali sorunlarla karşılaşması kaçınılmaz görünüyor. Sharma’ya göre ABD’de şirketler kesiminin toplam borcu ABD GSYH’sının yüzde 75’ine erişmiş bulunuyor ve bu oran 2008’deki oranın bile üstünde. Ağır borç yükü altındaki şirketlerin şu anda yaşanan krizden en çok etkilenen sektörlerde yoğunluştığı görülüyor. Bunlar arasında petrol fiyatındaki son çarpıcı düşüşün kalıcı olması halinde yaşama şansı olmayan yeni nesil petrol şirketleri ve Sharma’nın “Zombie şirketler” diye tanımladığı şirketler de var.

Sharma bu borç yapısının önümüzdeki dönemde ciddi sorunlara yol açacağını ve bankaları, hatta ABD Merkez Bankası’nı (Fed) zorlayacağını düşünüyor. Fed’in birbirini izleyen faiz indirimlerinin ve parasal genişlemenin yanısıra, piyasanın ihtiyacı olan günlük likiditeyi sağlamak için yoğun bir çaba içinde olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Avrupa’nın KOBİ’leri

ABD’den Avrupa’ya geçtğimizde ise bu kez salgın nedeniyle hayatın durmasının, Avrupalıların yaşam tarzında çok önemli yeri olan kafe, lokanta, bar gibi küçük ve orta boyutlu işletmeleri çok zor durumda bıraktığı görülüyor. Hizmet sektöründe yaşanan iş kayıplarının sonradan telafisinin mümkün olmaması krizin uzaması halinde bu sektördeki işletmeleri eleman çıkartmaya hatta işlerini tasfiye etmeye yöneltebileceği belirtiliyor. Başta Almanya ve Fransa olmak üzere başlıca Avrupa ülkeleninde bu tür işmetmeleri ayakta tutmak için büyük mali destek paketlerinin, vergi muafiyetlerinin ve yeni teşviklerin hazırlığı yapılıyor.

Bu kez borsada sağlanan kazançların değil, zordaki şirketleri yaşatmak için harcanan paraların trilyonlarla ölçüleceği bir döneme girmek üzereyiz galiba.

Tüm yazılarını göster