2022’de sık gördüğümüz birkaç başlık şöyleydi; “Türk borsası 2022’de dünya getiri şampiyonu oldu”, “Paranın borsadan gidebileceği bir yer yok. Borsa tek adres”, “ABD Hisse Senetleri mali krizden bu yana en kötüsünü yaşadı”, “Acımasız 2022'de Hisse Senedi ve Tahvil Piyasaları 30 trilyon dolardan fazla değer kaybetti”, “Nasdaq, Dot-Com çöküşünden bu yana en kötü dördüncü çeyreğini yaşadı”, “Elon Musk, 200 milyar dolar kaybeden ilk kişi oldu”, “Rusya, Ukrayna’yı işgal etti”.
Yakın gelecekte 2022 ve öncesiyle ilgili kitaplar yazılacağını düşünüyorum. 2022, tarihin en büyük varlık balonlarının patladığı bir yıl oldu. Tarihin en uzun süren parasal okyanusu sanılan havuzunda, merkez bankalarının vanayı kapatması sonucu kuraklık başladı. Warren Buffett der ki: "Yalnızca dalga çekildiğinde kimin çıplak yüzdüğünü keşfedersiniz." 2022 yılında dalgalar çekildi.
FOMO (giden piyasayı kaçırma korkusu), TINA (alternatif yok) gibi sloganlarla şişirilen spekülatif balonların sonsuza kadar gitmeyeceğini, bir de madalyonun ters yüzü olduğunu maalesef bu sloganlara kanan milyonlar keşfetmek zorunda kaldı. Üzücü gerçek şu ki, bu sloganlara kanan milyonlarca insan, mali güvenliklerinin bir kısmını enflasyona, bir kısmını da finansal piyasalarda kaybetti. Çünkü yatırım yapmaktan çok spekülasyon yaptıklarını fark edemediler.
Konu, kısmen merkez ve çevre dinamiğiyle açıklanabilinir. FED sayesinde küresel "merkezde", dolar önemli bir değer kazandı. Yıla 96'da başladıktan sonra, Dolar Endeksi DXY 28 Eylül'de neredeyse 115'i gördü. Bu da “çevre” piyasalarda sarsıntı yarattı. Ama konu, sadece merkez-çevre dinamikleri değildi.
Merkezde yer alan gelişmiş ülke hisse ve bono piyasaları da tarihlerinin en kötü senelerinden birini yaşadı. Hatta İngiltere bono piyasaları, ciddi sistematik riskin eşiğine kadar geldi dayandı. Birleşik Krallık tahvil getirileri, kısa bir sürede 146 baz puan artışla 16 yılın en yüksek seviyesi olan yüzde 4,59'a ulaştı. Katalizör, yeni Truss hükümetinin vergi kesintileri ve harcamalar üzerinde yoğun olan "mini bütçesi" idi. Yıllardır piyasalar, likiditeye ve gevşek finansal koşullara alışmıştı ve bütçe açıkları yaratan harcamalarını memnuniyetle karşılamıştı. Ancak yükselen enflasyon, merkez bankalarının tutum değişikliği, güçlü kaldıraç azaltma ve azalan likidite ile karşılaşınca piyasa tepkisi hızlı ve acımasız oldu.
Olayın merkez üssü İngiltere gibi gözükse de BIS’ın son raporuna baktığımızda sistematik risklerin birçok yerde olduğunu anlıyoruz, özellikle gözlerden ırak gölge bankacılık veya eurodolar sisteminde. Doğru ekonomistlerin önemli bir kısmı hafif resesyon bekliyor fakat bu henüz fiyatlanmıyor ve bizce resesyon hafif değil olukça sert olacak. Ayrıca kredi piyasalarında ve gölge bankacılıkta sistematik riskler yaratmaya da aday.
Girişte verdiğimiz başlıkların anlattığı gibi 2022 senesi; parasal sıkılaştırmanın olduğu ve spekülatif balonların patladığı, savaş gibi jeopolitik gelişmelerin yaşandığı dramatik ve tarihi bir yıldı. Aslında bunu söylemek için de buz dağının altına bakmak gerekir. Son senelerde giderek daha gevşek para politikası, azalan fonlama maliyetleri, artan finansal varlık fiyatları, genişleyen küresel entegrasyon ve ticari ilişkiler ve buna bağlı çok sayıda finansal ve spekülatif baloncukların olduğu onlarca yıllık bir döngünün sonunu işaret ediyor. Bu anlamda bambaşka bir dünya ile karşı karşıyayız. 2023 ile ilgili düşüncelerimizi daha önce paylaşmıştık. Ocak ortasında görüş ve değerlendirmelerimizin yer aldığı çok kapsamlı bir rapor yayınlayacağız. O yüzden tekrara girmeyeceğim ama bu yeni ve cesur olmayan dünyada ABD-Çin gerginliğinin gittikçe tırmanacağını tahmin ediyorum.
Bu, bambaşka ama ilk defa yaşanan bir durum değil. Birebir aynı olmasa da tarihte benzer dönemler var. Genelde 1970’ler ile haklı karşılaştırmalar yapılıyor olsa da biraz daha eskilere gitmekte fayda var. Bunu yaparken de Bernanke gibi Nobel ödüllü bir ekonomistin genel kabul görmüş ama eksik ve revizyonist tarih anlatısından farklı yerlere de bakmamız gerekiyor.
Ben Bernanke, belki de tarihin en tehlikeli iktisat revizyonizminde, Büyük Buhran'ın, kriz sonrası para politikası hatalarının sonucu olduğu görüşünü ileri sürdü. Kısacası FED, bankacılık sistemini yeniden sermayelendirmek ve genel ekonomiyi yeniden şişirmek için yeterli miktarda yeni para basmamakla ihmalkar davrandı. Bernanke, FED'in uzun dönem boyunca derin yapısal uyumsuzluğu körükleyen aşırı spekülatif büyümenin rolünü reddediyor. Dahası, Bernanke'nin analitik çerçevesi, spekülatif kredinin ve buna bağlı likidite fazlalığı ile parasal düzensizliğin, hem finansal hem de ekonomik kırılganlıkları körüklemede oynadığı önemli rolü göz ardı ediyor. Minsky, herhalde mezarında ters dönüyordur.
Greenspan olsun, Bernanke olsun ve onları rol model olarak kabul eden diğer merkez bankacıları ve ekonomistler olsun, spekülatif aşırılığı dizginlemek için önlemler almakla pek uğraşmadılar. Bu noktada daha yüksek faiz oranlarına ve genel olarak daha sıkı finansal koşullara doğru kararlı bir kayma eksikti. Yıllar geçtikçe, FED'in aşırı ısınmış varlık piyasalarıyla başa çıkma konusundaki sözde "makro-ihtiyati" yaklaşımını benimsediler. Spekülatif fazlalığı azaltmayı amaçlayan düzenleyici önlemler, gevşek para, likidite bolluğu ve uçan menkul kıymetler piyasaları karşısında başarısız oldu. Aslında bu, piyasa psikolojisini bilmemek veya umursamamakla ilgiliydi. Halbuki 1920’ler olsun, 1990’lar olsun özellikle yükseliş piyasası psikolojisi ve manik davranışın en belirginleştiği dönemin, döngülerin sonlarında geçerli olduğunu gösterdi.
Yanlış anlaşılmasın, o dönemlerde de aynı şimdi olduğu gibi izlenen politikaların yanlış olduğunu, balonlar ve sonrasında bunların patlamasıyla sonuçlanacağını iddia edenler vardı. Ama sonuç itibariyle, ekonomiye ilk yıllarında politik ekonomi denmesinin bir sebebi var. Çıkarlar var. Çıkar grupları ve bunları güç dengesi var. Velhasıl 1920’li yılların Bernanke’nin anlatımında eksik bıraktığı bir sürü yönü var ve bunlar son yirmi seneyi de hatırlatıyor. Her şeyden önce 1927'de New York FED Başkanı Benjamin Strong'un aşırı gevşek politikalarıyla zaten güçlü olan balonları kaçınılmaz olarak tehlikeli uç noktalara iten parasal teşvikleri var. Bu noktada, çoğu kimsenin adını dahi duymadığı, 1886 ile 1949 yıllarında yaşamış Benjamin Anderson’den bahsetmek gerekiyor. Columbia PhD ve Harvard profesörü bir ekonomist olan Anderson, Avusturya İktisat Ekolü’ne sempati duyan ve ekonomik çerçevesini büyük ölçüde etkileyen biriydi. ‘‘Economics and the Public Welfare: A Financial and Economic History of the United States, 1914–1946” adlı eseri, 1929 çöküşüne ve Büyük Buhran’a yol açan güçleri sağlam bir şekilde anlamak isteyenler için mutlaka okunmalı. Bugünkü yazımızı da bu kitaptan, bugünleri de çağrıştıran bir alıntı ile bitirmek isterim: “1927 yazında hisse senedi fiyatları zaten yüksekti. Sağlıksız bir hava vardı. Hisse senetlerinin çok daha yükseğe çıkması ile hisse senedi spekülasyonunda ucuz parayı kullanmaya artan bir isteklilik olduğuna dair artan bir inanç vardı. Durum hâlâ idare edilebilirdi. Sarhoşluk aşikardı ama hezeyan aşaması henüz gelmemişti. Piyasa, sarhoş edici maddenin bir başka büyük dozunu bekliyordu. 1927'deki konumumuz, bu nedenle sağlıksız ve istikrarsızdı. Meşgul ve hareketliydik, para kazanıyorduk, işsizlik çok azdı. Ancak temel bir dengesizliğe, yani tatmin edici ihracat ticaretinin yokluğunda çiftçilerin ve hammadde üreticilerinin zayıflığına rağmen ilerliyorduk. Gayrimenkul ve menkul kıymetlerdeki spekülasyon hızla büyüyordu. Perakende ve diğer piyasalarımızı ayakta tutan insanların gelirinin çok önemli bir kısmını ücret ve maaşlardan, kira ve telif ücretlerinden, faiz ve temettülerden değil; hisse senetleri, bonolar ve gayrimenkul üzerindeki sermaye kazançlarından geliyordu. İnsanlar bunları hep devam edecek bir kazanç kapısı olarak görerek sıradan gelir olarak görmeye ve lüks tüketimde giderek artan harcamalara yöneldi. Spekülasyonu daha da destekleyerek ve daha fazla ucuz para politikalarıyla bunu bir süre uzatabilirdik ama sonu, yalnızca daha sonra umutsuzca zor bir durum yaratmak pahasına olacaktı.”