Bütçe açığı (tahakkuk eden açık) ile nakit bütçe açığı arasında bugüne kadar görülmemiş bir fark gerçekleşti 2023’te. Tahakkuk ettiğine göre, 1.38 trilyon liralık açığa yol açan harcamalar yapılmış, ancak ödemeleri gerçekleşmemiş. Nakit bütçe açığı 626 milyar lira olduğuna göre, demek ki 2023’ten bu yıla sarkan 750 milyar liralık bir nakit çıkışı olacak bütçeden. Çok muhtemelen bugünlerde ödenmeye başlandı ve birkaç ay içinde ödeme tamamlanmış olacak. Nereden ödenecek? Hazine’nin Merkez Bankası’nda ve kamu bankalarında mevduat hesabı var. 15 Ocak itibarıyla Merkez Bankası’ndaki mevduatının (lira cinsinden olanın) büyüklüğü 350 milyar liraydı. Kamu bankalarında tutulan mevduatın büyüklüğünü bilmiyoruz. Ödeme için bir başka ‘kaynak’ iç borçlanma olabilir. İç borçlanma finans sisteminde likidite fazlası yaratmıyor. Oysa Hazine Merkez Bankası’ndaki mevduatını çekip ödemeleri gerçekleştirdiğinde finansal sisteme likidite çıkıyor.
Peki, bunun önemi ne? Dün, Merkez Bankası faiz koridorunun alt sınırı olan yüzde 41 ile bankalardan 39,3 milyar lira para çekti. Bu, bankalardaki fazla likiditeyi emmeye yetmediği için bir de bankalardan ‘depo’ adı verilen imkânla 260 milyar lira daha çekti. Öte yandan ‘politika faizi olduğu söylenen ama anlatmakta olduğum nedenle olmayan’ yüzde 42,5 repo faizi ile 5 milyar lira piyasalara borç vermiş durumdaydı. Dolayısıyla dün itibariyle finans sisteminden çekmek zorunda kaldığı likidite 294,3 milyar liraydı (260+39,3-5). Şimdi bu büyüklüğe bir de Hazine’nin, devlete mal ve hizmet satanlara ödemesi gereken (2023’ten sarkan) nakit borcu var. Merkez Bankası’ndaki mevduat hesabı ne kadar azalırsa 294,3 milyar lira o kadar artacak. Bu hesaba, Merkez Bankası’nın (brüt) döviz rezervlerini yükseltmek için bankalardan döviz alıp bankalara karşılığında (üç ay vadeye kadar çıkabilen) lira borç verdiği gerçeğini katmadım; işi daha da karmaşıklaştırıyor. Peki, Merkez Bankası bu fazla likiditeyi neden bankalardan borçlanarak çekmek durumunda?
Çekmezse, kısa vadeli faizler arzın merkezine doğru harekete başlarlar; oysa Merkez Bankası enflasyonla mücadele açısından gerekli olan faizi (şimdilik) yüzde 42,5 olarak düşünüyor. Arzın merkezine doğru harekete başlayarak (arzın merkezi abartma elbette) yüzde 42,5’in çok altına düşecek bir faiz, enflasyonla mücadeleyi darmadağın eder. Dikkat zaten (swap faizini bir tarafa bırakacak olursanız) gerçek politika faizi yüzde 41 (Merkez Bankası’nın fazla likiditeyi çekmek için bankalardan aldığı borcun faizi). Likidite fazlası kalıcı olma eğilimi göstermeye başlarsa, Merkez Bankası’nın bir açıklama yaparak, politika faizinin artık faiz koridorunun alt sınırı olduğunu belirtmesi gerekir. Diyelim ki önümüzdeki Para Politikası Kurulu kararında ‘politika faizi olduğu söylenen ama anlattığım nedenle olmayan’ repo faizini yüzde 42,5’den yüzde 45’e çıkardı ve bunun da ‘son’ olduğunu ima etti. Bu durumda, koridorun alt sınırı (1,5 puan daha düşük) yüzde 43,5 olacak. Bu tarihten sonra likidite fazlası kalıcı olma belirtileri gösteriyorsa, enflasyonla mücadele açısından gerekli gördüğü faiz yüzde 45 olduğu için koridorun alt sınırını yüzde 45’e, repo faizini ise yüzde 46,5’e yükseltmesi gerekir. Bunun da “hani sondu bu faiz artışı” dedirteceğine şüpheniz olmasın. Bir de böyle teknik bir zorluğu söz konusu Merkez Bankası’nın.
Bitmedi: ‘Politik iş çevrimleri’ olarak adlandırılan ve seçim öncesindeki uygulamaların ekonomiye etkilerine odaklanan iktisat yazınına bir başka mümtaz katkı yapılmakta olduğu gerçeği de var. Piyasaya seçimden çok önce değil de (mesela 2023’ün ikinci yarısı) hemen seçimden önceki üç ay içinde bol miktarda nakit çıkmış oluyor. Hiç fena iş değil. Hem mal ve hizmeti teslim alıyorsunuz; bir ihtiyacı gideriyorsunuz (hiç yolcu gelmeyen havaalanı gibi bir yatırım için yapılan harcama olmadığını varsayıyorum elbette) hem de ödemesini seçim öncesine öteleyerek piyasayı canlandırıyorsunuz. Bu topraklar bayağı mümbit topraklar. Keşke tarımsal üretime de yansısa bu mümbitlik.