Siyasette güncel olaylar genellikle uzun vadeli sorunların önüne geçiyor. Aslında uzun vadeli sorunlar, insanlığın geleceği açısından günlük zorluklardan daha önemli olabilirler ama güncel bir soruna dönüşmedikleri sürece daha az ilgi uyandırıyorlar. Seçmenler genellikle siyasi liderlerinin o anda karşılaştıkları sorunlarla ilgilenmesini bekliyorlar. Halihazırdaki bazı gelişmelerin gelecekte büyük sorunlara yol açacağı konusu gerek liderlerin gerek toplumların zihnini kurcalayabilir, ama gidişat kesin olarak belli olsa bile, insanlar meselenin üzerine eğilmemeyi tercih ederler. Nitekim, şu sıralarda dikkatlerimiz İsrail’in Gazze’de ne yaptığı üzerinde yoğunlaşmış bulunuyor. Uzun süreler izlediğimiz Ukrayna bile artık ikincil bir konuma itilmiş durumda. Halbuki, Batı dünyasının geleceği açısından Ukrayna’da olanlar muhtemelen İsrail’de olanlara nazaran daha büyük önem taşımaktadır.
Giderek çoğalan göstergelere bakıldığında, insanların fosil yakıtlar kullanmasından kaynaklanan çevresel değişimin küresel ısınma yoluyla iklim değişikliğine yol açtığı apaçık görülüyor. Bu değişim dünyayı daha az yaşanabilir bir yere dönüştürüyor. Siyaset kadroları yoğunlaşan sorunu farkındalar. Hatta, takriben otuz yıl önce, Birleşmiş Milletler Rio’da yaptığı bir toplantıda İklim Değişikliği Hakkında Çerçeve Anlaşma başlığı taşıyan bir metni kabul bile etmişti. Buna göre, anlaşmayı imzalayanlar her yıl toplanacaklar, iklim değişimi alanında nelerin cereyan ettiğine, neler yapılması gerektiğine bakacaklardı. Nitekim, 30 Kasım’da başlayan ve 12 Aralık’a kadar sürecek COP28 toplantısı bu anlaşmanın ürünüdür. İtiraf edeyim ki, COP ibaresinin ne anlama geldiğini bilmiyordum, Anlaşmaya Katılanların Konferansı demekmiş. Bir siyaset olayı olarak COP28 toplantısının ilgi uyandırdığı kesin. Ancak toplantıya katılanların iklim değişikliği ile mücadele konusunda önemli taahhütlerde bulunup bulunmadıkları başka bir mesele. Şu ana kadar edinilen bilgiler, iklim değişikliğinin başlıca müsebbibi olan ülkelerin davranışlarını değiştirmeyi öngören önemde herhangi bir kararın alınmadığı merkezindedir.
Pekiyi, neden uluslararası politikada küresel sorunların halli için somut adımların atılmasına öncelik verilmiyor? Nedenlerden birine zaten değinmiş bulunuyoruz. Gelişen fakat anında müdahaleyi gerektirmeyen sorunlar kendilerine siyaset adamlarının öncelikler listesinin ancak alt sıralarında yer bulabiliyorlar. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, siyasi liderler yönettikleri toplumu gelecekte ağır sorunların beklediğini bilebilirler fakat güncel sorunları halletmenin baskısı altındadırlar. Toplumun bazı kesimleri uzun vadeli sorunu canlı tutabilir ve hükümeti de sorunu gündemde tutmaya zorlayabilirler, fakat konuyu gündemin tepesine yerleştirebilmeleri nadirdir.
Uzun vadede gelişen sorunların karşılaştığı güçlüklerden biri, kitlelerin sorunun varlığını algılamakta güçlük çekmeleridir. Bilim camialarında sorunun mahiyeti ve etkilerine ilişkin olarak yürütülen tartışmalar ise kamuoyunda sorunun tam ne olduğu konusunda kafa karışıklığına yol açmaktadır. Somut sorunları kolayca kavrayabilen kamuoyları, oluşmakta olduğu ileri sürülen sorunları kavramakta zorlanmaktadır. Bu güçlük sayesinde popülist siyasetçilere gün doğmakta, bilim adamlarının ve onların etrafında dolanıp her işe karışan ukala takımının ortalıkta olmayan, gelecekte de ortaya çıkmayacak sorunlar yarattıklarını ileri sürmektedirler. Popülistler bilim adamlarını korku taciri, destekçilerini de yaygaracılar olarak nitelemektedirler. Bunların maksadı basittir: Kitlenin tatminsizliğini oya çevirmek. Amerika’da Trump, Brezilya’da Bolsonaro populist lider olgusunun güzel örneklerini oluşturuyorlar.
İkinci güçlük daha da iyi biliniyor. Dünyadaki hava kalitesinin bozulması sonucunda iklimin değişikliğe uğraması, büyük ölçüde fosil yakıtların tüketiminden kaynaklanıyor. Ancak bu kaynaklardan elde edilen enerji üzerine bina edilmiş tüketim örüntülerinin değiştirilmesi kolay değil. Fosil yakıtları terk etmek ya da kullanımlarını çok azaltmak sıradan insanların yaşamlarını yeniden düzenlemelerini gerektirecektir. Sözgelimi, kişi belki elektrikli bir otomobil almaya mecbur olacak, evinin ısıtma sistemini değiştirmek zorunda kalacak, enerjiye daha fazla para ödeyecektir. Bütün bunlar değişime direnmesi için gerekçe oluştururlar. Ama daha güçlü direnmenin fosil yakıtları çıkaran, yaygın biçimde kullanan ve ihraç eden ülkeler ve şirketlerden kaynaklanması söz konusudur. Nitekim, Rusya, Çin, Hindistan ve Körfez ülkelerinin iklim değişikliği konusuna daha çekingen yaklaşmaları boşuna değildir.
Gerek siyaset gerek iktisat fosil yakıtlardan vazgeçmeyi zorlaştırıyor. COP28’in de bunlara karşı etkin önlem alabileceğini sanmıyorum. Korkarım atmosferi kirleterek iklim değişikliğine sebep olduğumuzu öğretme külfetini sonunda tabiat üstlenecek. Maalesef tabiatın verdiği ders bizlere çok pahalıya patlayabilir.