Ankara’da Dış politika Enstitüsü ve Harmoon Araştırma Merkezi tarafından düzenlenen çalıştayda Suriye sorunu enine boyuna tartışıldı. Ve sorunu etmek üzere şu ifade ortaya çıktı;
“Çok katmanlı sorun…”
Türkiye’deki sayıları tam bilinmeyen, ama en ez 3.5 milyon olduğu düşünülen Suriyeliler’den;
Suriye’nin kuzeyindeki Türk askeri varlığına;
Esad yönetimi ile mevcut/kurulacak ilişkilerden;
Sınırın hemen ötesinde kurulmakta olan terör örgütü bağlantılı idari yapıya;
Türkiye’nin Suriye üzerinden aynı anda hem Rusya ile, hem ABD ile, hem de İran’la “komşu” hale gelmesi hepsi farklı “katmanlar” ama birbirleriyle “iç içe geçmiş” durumdalar.
ESAD’LA NORMALLEŞME OLUR MU?
Çalıştayda Türk tarafında hem iktidardan, hem muhalefetten isimler vardı. Ancak Suriye tarafından katılımcıların tümü Esad muhalifi idi. Dolayısıyla Türk katılımcılar Esad rejimi ile ilişki kurmaktan bahsettikçe, Suriyeliler’den eleştiri üzerine eleştiri geldi; Türkiye’nin Esad’la masaya oturması halinde PKK terör örgütünün Suriye’ye iyiden iyiye yerleşeceğinden, Esad’ın Ankara’yla normalleşme halinde cesaret bulup Suriye halkına zulmünü arttıracağından dem vuruldu.
“ÇIKIŞ STRATEJİSİ” VAR MI?
Çalıştayın Suriyeli katılımcıları arasında, bırakın Esad’la normalleşmeyi, Türkiye’nin ülkeye daha çok asker gönderip, rejimi yıkması gerektiğini bile ima edenler oldu.
Oysa konuşulanlar, Türkiye’nin hali hazırda Suriye’nin kuzeyinde fiilen idare ettiği bölgelerde işlerin hiç iyi gitmediğini de ortaya koydu. Mesela bir Suriyeli katılımcı, farklı bölgelerin idaresi için atanmış olan Türk koordinatörlerin, “kendi aralarında bile doğru dürüst koordinasyon kuramadıklarından” bahsetti. O kadar ki, ne bölgede tarım üretimi için doğru dürüst reform yapılabildiği, ne de bölgenin inşası konusunda ilerleme kaydedilebildiğini anlatan katılımcılar oldu. Şikayetlerden biri de, kurulmuş olan mahalli meclislerin idari kararlara dâhil olmalarına pek izin verilmemesi.
Belli ki Ankara’nın Suriye’nin kuzeyinde kontrol ettiği bölgeler için, ne buralarda kalmak adına, ne de Mehmetçiği geri çekmek için enine boyuna düşünülüp planlanmış bir stratejik bakışı yok. Ne yapılıyorsa, günü kurtarma adına yapılıyor.
Dolayısıyla da, Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin ya da yönetim yanlışlarının izleri, bu bölgelere de yansıyor. Elektrik fiyatlarındaki artıştan dolayı Türkiye’nin kontrolündeki bölgede yaşayan Suriyeliler’in, elektrik şirket binasını basıp, ne buldularsa kırıp dökmeleri bunun somut örneği. Bir başka verilen örnek ise bu bölgelere okullarda kullanılmak üzere gönderilen eğitim kitaplarının, Hz Muhammed hakkındaki rahatsız edici ifadeler nedeniyle topluca yakılmaları.
“SURİYE MİLLİ ORDUSUNUN” AKIBETİ NE OLACAK?
Bir de Suriye’deki “güvenli bölgelerde” Türkiye’nin öncülüğünde muhaliflerden oluşturulmuş ve adına “Suriye milli ordusu” denilmiş askeri yapının yarattığı problemler var elbette;
İstatiki olarak Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde asayiş sıkıntıları, PKK terör örgütü bağlantılı PYD-YPG’nin kontrol ettiği ya da Esad rejiminin hükmettiği alanlara göre sayıca az olsa da, ciddi bir sorun olmaya devam ediyor. 54 farklı gruptan oluşan ve yaklaşık 70 ile 100 bin kişiden oluştuğu söylenen Suriye Milli Ordusu’nun, emir komuta zincirindeki yapısal sorunlar hala aşılamamış durumda. Buna bir de, bizzat Suriye Milli Ordusu elemanlarının karıştığı asayiş olayları eklenince, uluslararası camiada bu bölgelerdeki hak ihlalleri bilançosu Türkiye’nin hesabına yazılıyor.
SURİYELİ SIĞINMACILARIN DURUMU
Suriye’de yaşanan kaosun izdüşümü, Türkiye’deki sayıları bile tam olarak bilinmeyen Suriyeli sığınmacıların durumlarına da yansıyor.
Hala tam olarak kaç Suriyeli sığınmacının Türkiye’de yaşadığı, bunların hangi illerde ikamet ettikleri belli değil.
Çalıştay’da bir katılımcının, hala Suriye’den gelenlerin sayısının, bu ülkeye geri dönenlerden daha çok olduğundan dem vurması da, Türkiye’de doğan Suriyeli bebek sayısının 700 bini geçmiş olması da, Suriyeli çocukların Türkçe’yi Arapça’dan daha iyi öğrenip konuşmaları da, sorunun değil çözülmek, katlanarak artmaya devam ettiğini gösteriyor.
Suriyeliler’in “Türk ekonomisin katkısının büyük olduğu” iddiaları da konuşuldu çalıştayda; Bir Türk katılımcının verdiği örnek durumu net şekilde ortaya koyuyor; Türkiye’de yaklaşık 770 bin Suriyeli çocuk eğitim görüyor. Her öğrencinin devlete maliyeti yılda bin Euro olarak hesaplanıyor. Bir de tüm bunlara sağlık harcamalarını da ekleyince, maliyet iyiden iyiye artıyor.
Bu açıdan bir katılımcının kullandığı cümle önemli; “Suriyeliler’in Türkiye’ye ekonomik olarak en büyük katkısı, kendi ayakları üzerinde durmaları olacaktır…”
FIRAT’IN DOĞUSU VE İDLİB
Sınırın hemen ötesinde Türkiye’nin doğrudan idare etmediği iki bölgenin durumu ise güvenlik sorununun en vahim boyutunu oluşturuyor; PKK terör örgütünün uzantısı PYD-YPG’nin hakim olduğu Fırat’ın doğusu ile, Türk askerinin bulunduğu ancak idari kontrolünün bir başka terör örgütü, HTŞ’de olduğu İdlib.
İdlib’de Rusya, Fırat’ın doğusunda ABD ile “komşu” Türkiye. Bu “komşuluk ilişkisinin” de Türk dış politikasına etkisini yadsımak mümkün değil; Mesela Ankara, Ukrayna gibi çok uzak bir yerde Moskova’nın “ayağına bastığında”, bunun yanıtının bir şekilde İdlib’den geldiğini yaşadık yakın dönemde. Fırat’ın doğusundaki Amerikan askeri varlığı ise, Türkiye’nin terörle mücadelesine en büyük darbeyi vuran unsur olarak, sınırın hemen ötesinde öylece durmaya devam ediyor.
AK Parti hükümetinin “sınırda 30 kilometrelik terörden arındırılmış bölge” diye çıktığı yolda, hem İdlib, hem de Fırat’ın doğusundaki “terör yuvaları” açısından bir çözüm de ufukta hiç görünmüyor.
Belli ki Suriye’nin durumu -barış ya da bitmeyen kaos- ne yöne evrilirse evrilsin, Türkiye’nin en az önümüzdeki yüz yılını da meşgul edecek…