Başlıktan da anlaşılacağı gibi Türkiye ekonomisi ciddi bir sürdürülebilirlik sorunu yaşıyor. Enflasyonun yanı sıra diğer makroekonomik göstergeler de sürdürülmesi zor bir seviyeye geldi.
Mesela dış ticarette Mart ayında 23.6 milyar dolarlık ihracat ve 32.2 milyarlık ihracat yapmışız. Şubat ayında ise 18.6 milyar dolar ihracat ve 30.7 milyar ithalat gerçekleşmiş. Yani aylık ortalama 10 milyar dolarlık dış ticaret açığı veriyoruz. Bu düzeyde bir açık kolay sürdürülebilir bir durum değil. Sürdürülebilmesi için ya ihracatı değer olarak artıracağız, ya ithalatı kısacağız ki bu daha düşük büyümeyi de kabullenmek anlamına geliyor. Ya da mevcut durum sürecek ama bunun sürdürülebilmesi için dışarıdan kaynak girişinin devam etmesi lazım.
Bu nokta önemli çünkü cari işlemler açığı ve açığın finansmanı geçmişte Türkiye ekonomisinin Aşil topuğu yani hassas noktası olmuştur. Dış ticaretteki artan dengesizlik cari işlemler dengesini daha da bozmaktadır.
Son bir kaç yıldır dış kaynak girişinde görülen yavaşlama nedeniyle son dönemde Rusya’dan, Suudi Arabistan’dan, Katar’dan ve Azerbaycan’dan gelen kaynaklarla ve metazori bazı uygulamalarla idare ettik.
Öte yandan faize dokunamayan Merkez Bankası enflasyon nedeniyle kuru aylardır baskı altında tutuyor. İhracatçının TL girdi maliyetleri artıyor ama kur baskı altında olduğu için bunu dengeleyemiyor. Kuru bıraksa zaten yüksek olan enflasyon alıp başını yine yeni zirvelere doğru gidecek. Kuru baskılayınca da dış denge yani cari işlemler açığı sorunu başlıyor.
Bundan 3 yıl önce demiştik ki; “Türkiye ekonomisi hep cari açık vererek büyüdü. Büyümek için iç tasarruflar yeterli olmadığından diğer ekonomilerin tasarrufuna ihtiyaç duydu. Yüksek açık verilmeyen ya da fazla verilen yıllar ise büyümenin olmadığı yıllardı. Mesela 1994, 1998, 1999, 2001 ve 2019 büyüme sorunu yaşanan kriz yıllarıydı ve açık verilmedi. Bu dönemlerde cari açık sorununun çözüldüğü gibi bir illüzyona kapıldığımız bile oldu. Oysa ödemeler dengesi ekonominin hep yumuşak karnı oldu; yapısal sorun çözülmedikçe olmaya da devam edecek.”
Bugün de çok farklı bir noktada değiliz.
Sonuçta mevcut durumum sürdürülebilir olmadığı ortada. Uygulanan seçim ekonomisinin bir parçası olarak şu anda bu sürdürülemez durum sürdürülmeye çalışılıyor. Fakat seçimden sonra kim gelirse gelsin bir karar almak zorunda kalacak: Ya tüketim ve üretim kısılacak yani daha düşük büyümeye razı olunacak; ya da ya da mevcut ekonomik ve parasal duruş acilen terk edilecek. Ve en önemlisi cari açığa dayalı büyümeyi zorunlu kılan yapısal durum değiştirilecek.