Sürdürülebilirlik

Faruk GÜLER Kurumsal Bakış

‘… Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter/pirinç de öyle/şeker de öyle/kumaş da öyle/kitap da öyle…’

Büyük şairimiz Nazım Hikmet’in de bu unutulmaz şiirinde belirttiği gibi; insanlık bitmez tükenmez ihtiyaçları ile doğanın gelecekte de tüm yaşamsal gereksinimlere cevap verebilme yeteneğini kaybetmesine yol açarak, gelecek nesillere ekolojik, ekonomik ve sosyal koşulları devam ettirilebilir bir dünya bırakmayı gün geçtikçe zorlaştırıyor.

Oysa insanlığı büyütecek olan, gelecek nesillere, kendini yenileyebilen temiz bir doğal çevreyi ve refaha dayalı sosyal koşulları sağlayan bir ekonomik sistemi miras olarak bırakmak olacaktır.

Birleşmiş Milletler, 1983 yılında yayınladığı Ortak Geleceğimiz Raporu’nda, ‘doğanın gelecek kuşakların kendi gereksinimlerine cevap verme yeteneklerini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçlarımızı sağlamayı ve kalkınmayı ‘Sürdürülebilirlik’ olarak tanımladı. Ekolojik, ekonomik ve toplumsal boyutları kapsayan bütünsel bir yaklaşımı içeren bu tanımın özünde, gelecek nesillere her açıdan yaşanabilir bir dünya bırakmak yer alıyor. Gelecek kuşakların olanaklarını çalmadan ve doğaya zarar vermeden bugünün ekonomik ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılamayı öngören bu yaklaşım, kalkınmayı ekonomik büyümeden ibaret görmeyerek, ‘sürdürülebilir kalkınmayı’ esas alıyor. Sürdürülebilirlik kavramı toplumu, doğayı ve ekonomiyi iç içe geçmiş kümeler olarak ele alırken, her birinin sürdürülebilirliğini de birbiriyle bağlantılı görüyor.

Çevreyi korumaya yönelik 1970 yılından bu yana çok sayıda uluslararası sözleşme imzalanmış olmasına rağmen, henüz istenen seviyede olmasa da, sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek konusunda değişimin başladığını söylemek mümkün. Örneğin, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 12’sinin kaynağı olan kara taşıtlarını üreten otomotiv sektöründe, dizel araçların üretiminin azaltılması ve elektrikli araçların üretiminin arttırılacak olması önemli bir gelişmedir. Ancak, sürdürülebilirlik açısından olumlu olan elektrikli araç üretimi çevrecilik açısından bir tartışmanın kaynağı oldu. Asıl ilginç olan ise; endüstrinin en büyük oyuncularının bu tartışmada çevreci kaygılara sahip çıkan tarafta yer almasıdır. Şöyle ki; elektrikli araç pilleri için gerekli metallerin karasal madencilik yapılarak değil de okyanus diplerinden çıkarılması gündeme gelince, derin deniz madenciliğinin okyanus canlılarında ciddi ve geri dönüşü olmayan hasara neden olarak, biyolojik çeşitliliğin kaybına yol açacağı gerekçelerini dikkate alan BMW ve Volvo, derin deniz madenciliğine karşı olduklarını açıklama gereği duymuş ve insansız araç üretimi konusunda çalışmaları olan Google da bu çağrıya dahil olmuştu. Endüstrinin bu tür durumlarda karlılık odaklı düşünür durumda değil de sürdürülebilir çevre koşullarını dikkate alan bir pozisyonda yer alması umut vericidir.

 Sürdürülebilirlik için topyekûn mücadele şart

Birleşmiş Milletler’in 25 Eylül 2015 tarihinde gerçekleştirdiği Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi’nde, önümüzdeki 15 yıl içinde dünyada aşırı yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlikle mücadele etmek ve iklim değişikliğini düzeltmek için 17 küresel hedef belirlenmişti. Türkiye de bu hedefe ulaşmak için 2030 yılına kadar 169 başlıkta koşulları iyileştirme hedefi koydu. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de sürdürülebilir kalkınma konusunda alınacak çok uzun yol var. Hedeflere 2030 yılında ulaşılmaması durumunda da atılan her adımın değeri büyük olacak.

Gezegenimizde sürdürülebilir yaşamın sağlanması konusunda devletlerin yükümlülüklerinin büyük olduğu kesin. Ancak, tam başarı için sürdürülebilirlik konusunda toplumsal duyarlılığın sağlanması ve herkesin “iyi bir gelecek için ben ne yapmalıyım?” sorusunu kendisine sorması gerekiyor. Bireysel olarak, ihtiyaç olandan fazlasını tüketmeyerek iyi bir başlangıç yapılabilir. Çevrenin kirletilmemesi konusunda sorumluluk almak gün geçtikçe daha değerli olurken, bu konuda çalışan sivil toplum örgütlerine katılmalı ve çevremizdeki diğer insanları da bilinçlendirmek için çalışmalar yapmalıyız. Özellikle geri dönüşüm konusunu daha detaylı ele almalıyız ve bu kavramı mümkün olduğu kadar fazla yaymak için çabalamalıyız.

Evlerimizde ampulleri değiştirmek gibi küçük değişiklikler yaparak dahi enerji tasarrufuna katkıda bulunmak mümkün. Elektrik ve su tüketiminde gereksiz kullanımı azaltmak vatandaşlık görevimiz olmalıdır. Mevsiminde yetişen gıdaları tercih ederek sürdürülebilir bir yaşama destek olabiliriz. Tüm bu olumlu davranışların çocuklara aşılanması ise en önemli görevimiz olmalı.

Görüldüğü gibi; sürdürülebilir bir yaşamı sağlamak için herkese düşen sorumluluklar bulunuyor. Gidişattan şikâyetçi olup, topu hep başkasına atmak sorunların gittikçe büyümesinden başka bir sonuç çıkarmayacaktır. Türkiye’de toplumsal refahın, gelecek nesillerin de faydalanacağı şekilde arttırılması konusunda başarı sağlamak için, merkezi yönetimin, birbirini tamamlayan ve çevreyle uyumlu kaynak yönetimi ve politikalarını geliştirip uygulaması ne kadar önemliyse, biz vatandaşların da çevremizi ve kaynaklarımızı koruma bilinciyle sorumluluklarımızı yerine getirerek bu çabaları destekliyor olmamız o derecede önemlidir.

Tüm yazılarını göster