Çakarlı israf
Trafikte yanımdan geçen çakarlı konvoy, ufak çaplı bir konvoydu. Sanki herkes koltuğunun büyüklüğüne göre bir israfı sürdürüyor. Belki arabalar görünür olduğu için, gördüğümüz için gözümüze batıyor, ama batıyor işte. O arabaların üretildiği ülkelerdeki devlet görevlileri lüks arabaları bu kadar cömertçe kullanamazken, bu hovardalığa toplum olarak şaşırarak bakıyoruz. Eğer bir otomobiliniz varsa bu israfın bize kaça mal olduğunu biliyorsunuz demektir. Arabanın satın alınması ve ya kiralanmasının maliyetinin yanında bir de onun kullanma gideri var. Sigortası ve “Bir gece ansızın gelebilirim” zamlarla yakıtının maliyetini düşününce olayın boyutunu tahmin edebiliyorsunuz. Bu israfın daha ne kadar sürdürebileceğini merak ediyor insan. Söz sürdürülebilirliğe gelince, bu önemli konuda yazmak istedim.
Sürdürülebilirlik kavramı
Sürdürülebilirlik (Sustainability) önümüzdeki yıllarda daha da çok duyacağımız bir kavramdır. Ortaya çıkması 80’li yıllara dayanır. Birleşmiş Milletler’de 1983 yılında ekolojik sağlık, ekonomik gelişme ile sosyal eşitlik arasındaki ilişkiyi çalışmak üzere bir komisyon(World Commission on Environment and Development) kurulmuş. Daha sonra bu komisyon çalışmalarını eski Norveç Başbakanı Gro Harlem Brundtland başkanlığında sürdürmüş. Komisyon 1987 yılında “Bizim Ortak Geleceğimiz” diye bir rapor yayınlamış. İşte bu raporda “Sürdürülebilir kalkınma”(Sustainable Development) şöyle tanımlamış : Gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılamasını tehlikeye düşürmeden günün ihtiyaçlarını karşılamak. Burda sözü edilen sürdürülebilirlik, bir düşünce tarzıdır. Gelişmiş bir yaşam kalitesi peşinde giderken çevresel, sosyal ve ekonomik boyutların da dengeli bir biçimde göz önüne alınmasıdır. Birbirinden bağımsız olmayan üç boyutu vardır: Ekonomik, çevre ve sosyal.
Ekonomik boyut
Ticari bir şirket için sürdürebilirliğin ekonomik anlamı gayet açıktır. Ticari bir şirketin amacı kâr etmektir. Şirket, para kazandığı sürece varlığını sürdürür. Bunun için şirket yönetimleri akıllı davranmalı, uzun dönemli düşünmeli, günlük çıkarlar uğruna geleceği harcamamalıdır. Ama bunu iyi yönetişim ilkeleri(Good corporate governance ) ışığında gerçekleştirmelidir. Bunun anlamı şudur: tüm paydaşların, yani yatırımcıların, çalışanların, tedarikçilerin ve müşterilerin çıkarları gözetilmelidir; yasal ve etik kurallara uyulmalıdır. Ekonomik boyut sürdürülebilirlik şemsiyesi altında düşünüldüğünde her şeye rağmen kâr etmek anlamı ortadan kalkar. Çevre ve sosyal boyutun da göz önüne alınması gerekir.
Çevre boyutu
Sürdürülebilirlikte en çok dikkati çeken boyut, çevre boyutudur. Yıllar boyu çevreye verilen zararın acı sonuçları kendini göstermeye başladı. Son zamanlarda yaşanan seller, sıcak dalgaları, kuraklıklar gibi olaylar sanki doğanın son uyarıları gibi. Yeryüzüne sahip çıkmak gerekiyor. Bu nedenle çevre sorumluluğu taşıyan şirketler enerji kullanımı, atık, kirlilik, doğal kaynakların korunması konusunda duyarlı davranıyorlar. Bazı büyük şirketler sürdürülebilirliği bir numaralı öncelik olarak günlüklerine koymuş durumdalar. Çünkü bunun yalnız sosyal bir sorumluluk değil, finansal getirilerini de görüyorlar. Örneğin, ünlü perakende satış şirketi Walmart kendini “Sıfır-atık girişimi”ne (Zero-waste initiative) kilitlemiş durumda. Tedarikçilerini daha az ambalaj yaptırmaya ve geri-dönüşümlü malzeme kullanmaya zorluyor. Öte yandan KFC, Pizza Hut and Taco Bell firmalarını bünyesinde barındıran “Yum! Brands” Şirketi de sürdürülebilirlik acentasını benimsemiş. Örneğin, KFC, ormanların korunması konusundaki deklarasyonu (New York Declaration on Forests) tanıdığını bildiriyor. Kullandığı sığır eti, kağıt, soya fasulyesi gibi ürünlerin üretimi sırasında ormansızlaştırma (deforestation) durumu ortaya çıkarsa, bu ürünleri almayacağını ilan etmiş. Başka bir hedefi de kullandığı plastic mazlemenin yeniden kazanılır veya yeniden kullanılabilir olmasını 2025 yılı için hedef olarak koymuş.
Sosyal boyut
Sürdürülebilirliğin sosyal boyutu doğrudan insan ile ilgilidir. Bu boyuta önem veren bir şirket çalışanlarını, tüm paydaşlarını ve içinde bulunduğu toplumu destekler ve korur. Çalışanlar için elde tutma ve şirkete bağlama stratejileri çerçevesinde içte adil dışta rekabetçi ücret politikası izler; insan kaynağı uygulamalarında ayırımcılık yapmaz, çeşitliliğe önem verir. Çalışanlarına yatırım yapar. Onlara saygılı biçimde davranır. Toplumdan kazandıklarını topluma geri vermek için bağış, burs, yerel projelere destek gibi katkılarda bulunur. Küresel açıdan baktığında tedarik zincirinde çalışanları da gözetir. Güvenli ortamda çalışmalarını kontrol eder.
Cumhuriyetimizin kurucuları ve biz
Çakarlı arabalar bana sürdürülebilirlik konusunu hatırlattı. Konuyu şirketler üstünden anlattım. Ama bütün söylediklerim ülke yönetimleri için de geçerlidir. Gelecek kuşakları da düşünerek hareket etmek gerekir.
Bu kavramı Birleşmiş Milletler 80’li yıllarda dile getirmiş. Ama cumhuriyetimizin kurucuları bu kavramı biliyormuş ve söz konusu üç boyutu da hayata geçirmişler. Bize, gelecek kuşaklara değerli bir miras bırakmışlar. Ama biz bunun değerini bilmiyoruz; bilinçsiz mirasyedi gibi davranıyoruz. Örneğin cumhuriyetimizin kurucuları, çok değerli ekonomik kuruluşlar, üretim tesisleri yaratmışlar. Ama biz “Babalar gibi sata sata” tüketiyoruz. Örneğin cumhuriyetimizin kurucuları, tarıma, çevre bilincine bir örnek olmak üzere Ankara’nın bozkırında bir yeşil vaha, bir çiftlik yaratmışlar. Ama biz orasından burasından çekiştirip, talan etmeye çalışıyoruz. Değerli tarım alanlarını betona çevriyoruz. Örneğin cumhuriyetimizin kurucuları, insanın önemine, insana yatırıma inanmışlar. “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir” deyip pozitif bilime dayalı, çok değerli eğitim kuruluşları yaratmışlar. Ama biz eğitim kurumlarını bilimden uzaklaştırmaya, onları değersiz diploma basım evlerine dönüştürmeye çalışıyoruz.
Sonuç
Sürdürülebilirlik, yüzyılın konusudur. Gündemdeki beka meselesi, koltuk bekasıdır. Asıl beka, sürdürülebilirlik sorunudur.