Bugün içinde bulunduğumuz dönemin krizlerini sanıyorum artık daha fazla konuşmaya gerek yok. Yaşamı var eden yaşam destek sistemlerinin çökmesi, coğrafyaların ve yaşamın ölmesi, eşitsizliklerin gittikçe derinleşmesi… Şüphesiz ihtiyacımız olan şey “Re”
Reset, Redesign, Reimagine ve elbette Regeneration yani onarmak! Bugün her ne kadar popüler bir kavram olsa da, artık sürdürülebilirlik bizim için yeterli değil çünkü çok geç kaldık. En temelde bir sistemin bir organizmanın hayatta kalma yeteneğini gelecek döneme aktarmak olarak aktarabileceğimiz sürdürülebilirlik, bugün krizlerin çözümünde yeterli değil çünkü sürdürülebilirliği doğru uygulayamadık. Her basın bültenine yeni dönem stratejisine lider iletişimine giren bir kelime olan sürdürülebilirliği geçtiğimiz yıllarda doğru uygulayabilseydik, belki de geç kalmazdık ancak bugün artık gelecek nesle aktarmak isteyebileceğimiz pek de bir şey kalmadı. İşte tam da bu noktada yeni bir zihniyete ihtiyacımız var: Onarım. Burada önemli olan en temel konu kavram değil, zihniyet değişimine gitmemiz gerektiği. Metinlerimizde sürdürülebilirlik demeyi bırakıp onarım demeye başladığımızda bir kavram atığı yaratmaktan ve kavramları anlamsızlaştırmaktan başka bir şey yapmamış oluyoruz. Bugün kavramsal değil, zihniyetsel bir dönüşüme ihtiyacımız var.
Sürdürülebilirlik ve onarıcılığın farkı ne diyecek olursanız, aradaki en temel farkı şöyle açıklayabiliriz: Sürdürülebilirlik, temelinde zarardan azaltma politikalarını hedefler. İş yapış biçimlerimizin ekosisteme topluma verdiği zarardan azaltmak için attığımız adımlardır. Geçtiğimiz 20 yıl, bu kavramı doğru uygulayabilseydik, belki de geç kalmazdık ancak bugün artık zarardan azaltmanın çoklu krizleri çözmeyeceği kesin. Artık zarardan azaltmanın ötesine geçip verdiğimiz zararları iyileştirmemiz, yok ettiklerimizi yenilememiz yani yaşamı onarmamız gereken bir dönemdeyiz. Örneğin, artık sıfır ormansızlaşma veya sıfır atık hedefleri koymak yerine orman restorasyonunu, mercan ve okyanusu yeniden vahşi hale getirmeyi döngüsel ekonomiyi konuşmamız gerekiyor. Tıpkı geri dönüşümü değil de tasarımda döngüselliği konuşmamız gerektiği gibi. Tıpkı bağış kültüründen uzun soluklu sosyal etki odağına geçmemiz gerektiği gibi. Tıpkı yıllık primi değil paydaşlarla anlamlı bölüşümü uygulamamız gerektiği gibi.
Meseleye yatırım spektrumundan baktığımızda en temelinde ESG yatırımını ve etki yatırımını karşılaştırdığımızda basitçe şunu söyleyebiliriz: Siz etkinizi ölçtünüz ve neredeyse her şirket gibi etkiniz negatif bir noktada çıktı, örneğin -100. Siz etkinizi -99’a getirmek için bir ESG yatırımı yapabilirsiniz, yani sürdürülebilirlik odağında hamle atabilirsiniz. Oysa bugün etki yatırımı yapmak isterseniz, vardığınız noktada 0’ın üstünde olmanız gerekir ki bu da tam olarak onarmanın hikayesiyle örtüşür. Elbette onarmak ve etki yatırımı birebir örtüşmese de adalet üzerine tasarlanmış onarma çerçevesinde yatırımın zarardan azaltma hedefinden çok daha fazlasına odaklanması gerekir.
Burada belki de en önemli nokta şu: İdeal, adil, etik ve hakkaniyetli olduğu için elbette onarmanın hikayesinin peşinden gitmeniz gerekir, ama belki de zaten başka bir şansınız kalmamıştır. İçinde bulunduğumuz dönemde çoklu krizler gittikçe derinleşiyor ve bugün yakın gelecekteki en iyi günümüzü yaşıyoruz. Yaşam büyük bir hızla çökmeye ve ölmeye devam ederken, gıda ve su sistemleri yok olurken, okyanuslar ölürken yoksulluk artarken, kısacası dünya büyük bir çevresel ve sosyal krizler kümesiyle sarılırken, krizlere çözüm üretmeyenlerin yaşamı onarmak için çalışmayanların varlığını sürdürme seçeneği kalmadı. Önümüzdeki 20 yıl, onarmanın hikayesini yazanların yılı olacak. İşte tam da bu yüzdendir ki belki de bugün özel sektörün yukarıdan baktığı hükümetlerin pek de ilgilenmediği sosyal girişimciler, etki girişimcileri özel sektörün rakibi haline gelecek. Şöyle düşünün sevgili okur, büyümenin peşinden amansızca havalanmış yükselerek uçmaktan alev almış yanan bir uçak. Tıpkı dünyamız gibi. Bu uçağın kahramanı uçağın şirketinde en çok hissesi olan mıdır, yoksa o uçaktaki yangını söndürüp onu yere indirebilecek olan mı? Veya o uçaktaki yolcular kimi dinlemek elindekileri kim için kullanmak isteyecek? Tam da içinde bulunduğumuz eşikte, ekonomi artık yaşamı onarmak için çalışanları ödüllendirecek. Karından ayırmanın ötesinde, karın; doğa ve toplumla adil dağıldığı, yok olan yaşamın onarıldığı bir iş yapış biçimine geçmek gerekiyor. Bunu yaparken de artık doğru uygulayamadığımız sürdürülebilirliğin pek bir şansı kalmadı çünkü yaşamı devam ettirmek için daha fazlasına ihtiyacımız var.
Burada elbette sürdürülebilirlik tarih oldu demiyorum. Elveda demiyorum. Elbette sürdürülebilirlik odağında hızla çalışmaya devam etmek gerekiyor. Ancak tüm strateji, plan ve yatırımları onarma perspektifine 0’ın üstüne göre yapmak zorundayız. Ölü bir gezegende kar yoktur, sevgili okur. Tam da bu yüzden döngüsel ekonominin üstüne inşa edilmiş onarıcı bir ekonomiyi birlikte tasarlamak zorundayız. Artık sürdürülebilirliği değil, sahici bir onarımı konuşmanın zamanı geldi. Artık verdiğimiz zararı çoktan sonlandırıp yaşamı yeniden var etmenin hikayesini konuşmanın, Gezegen B yok demek yerine, Gezegen B olsaydı, bu gezegene ve bu yaşama bunu yapma hakkımız olmadığını görmenin ve elbette adil, hakkaniyetli bir ekonomi yazmanın zamanı!