“Şükür Endeksi” de dibe vurdu!

AYDIN ÖNCEL

Ekonomist

Maliye ve para politikalarının kuramcısı Keynes, para arzını, para otoritesinin kontrolünde olmayan içsel bir değişken olarak tanımlar. İnsanlar, parayı para olduğu için değil onun satın alma gücünden yararlanmak için elinde tutar. Yani, bir toplum için önem derecesi yüksek mal ve hizmetlerin satın alınabilen miktarı, o paranın satın alma gücünü belirler. Ancak satın alma gücünün kişi ya da toplumlara göre sağladığı “fayda miktarı”, paranın satın alma gücünü farklı kılmaz. 

Algısal fark

Geliri aynı olan iki kişiden birinin, aynı fiyattan satın aldığı üründen diğer kişiye göre daha fazla haz duyması, paranın satın alma gücünü artırmaz. Türkiye’de, asgari gelir seviyesinde yaşamını sürdüren insanların önemli bir kısmı içinde bulundukları koşullardan şikâyetçidir. Oysa aynı gelir seviyesinde bulunan bir diğer kesim halinden oldukça memnundur. Aradaki bu fark, haz algısından kaynaklanmaktadır. Şikâyetçi kesimle aynı geliri elde etmesine ve aynı harcamayı yapmasına rağmen mutlu olan kesimin yarattığı algısal rakamlar dizinine ben, “Şükür Endeksi” diyorum...

Kolaycı yaklaşım

Ünlü ekonomi profesörü, Yeni Zelandalı A.W.Phillips, Birleşik Krallık’a ait yüzyıllık veriler ışığında yaptığı araştırma sonucu yazdığı bir makalede, düşük işsizlik oranlarına, hızlı ücret büyümesinin eşlik etme eğiliminde olduğunu fark etti. 1958 yılında ortaya koyduğu “Phillips Eğrisi” ile enflasyonu; işçi bulmakta zorlanan işverenin, işçileri ellerinde tutmak için ödedikleri yüksek ücretlere bağladı… Bu basit yaklaşım, günümüz ekonomistleri için de hâlâ çok geçerli, kurtarıcı nedenlerin başında gelmektedir, ne yazık ki. 

ABD Başkanlarından Richard Nixon, Kongre’den aldığı yetkiyle 1970’te ücret ve fiyat kontrolleri uygulamasını hayata geçirenlerdendi… Ancak bu uygulama,  gıda ve petrol fiyatlarında meydana gelen artışların, enflasyonu yeniden yükseltmesi nedeniyle çok daha yüksek maliyetli bir başarısızlıkla sonuçlanmıştı! Uygulamanın başarı sağlaması için hükümet harcamalarının da azaltılması gerekiyordu... 

Sosyal dengelerin önemi

Kişi başı gelir seviyesinin yüksek olduğu gelişmiş ekonomilerde, enflasyon oranlarının, az gelişmiş ekonomilere göre daha düşük olması, aslında bu tezin çok da yerinde olmadığının kanıtlarından sadece biridir. Emeğin, yüksek ücret seviyelerinden istihdam edildiği ekonomilerde, yatırım ve tasarruf eğilimlerinin arttığı görülmektedir. Tam tersindeyse düşük ücret seviyesinde çalışanların, tasarruf edecek gelirleri olmadığı gibi elde ettikleri kazancının tamamını harcamak zorunda kaldıkları anlaşılmaktadır. Bu da özellikle gıda gibi temel, yaşamsal harcamaları tetiklemekte, fakat zaruri olmayan ürünlerin satışında da önemli oranlarda daralma sonucunu doğurmaktadır. Bu daralma, ekonomilerde resesyona neden olmaktadır…  

Artan talebi dengelemenin yolu olarak, çalışanlara zam yapmamak, deneyimleyerek gördüğümüz gibi, ekonomilerde beklenen iyileşmeyi sağlamaya yetmemektedir. Sosyal dengelerin, ekonomik istikrarı sağlamakta para politikalarından çok daha etkili olduğu, tüm dünya tarafından kabul edilmiş bir gerçektir artık. 

Fiyatlara yansımıyor

Ekonomi yönetimi, uygulamaya geçtiği sıkı para politikası sonucunda bazı alanlarda daralma yaşanmasına rağmen ılımlı büyümenin sürdürüldüğünü duyurdu. Fakat bu arada açıklanan Eylül ayı enflasyon verilerinin beklenenden (yüzde 2,2) daha yüksek (yüzde 2,97) gelmiş olması, faiz indirimi olasılığını 2025 yılına ötelemiş oldu... Grafik-1’de görüldüğü gibi, 2022 Eylül ayı itibarıyla gerçekleşen yıllık yüzde 83,45 seviyesindeki yüksek enflasyon ve yine aynı dönemdeki yüksek kur, yüksek kredi faiziyle borçlanma oranlarından maliyet yapan bir üretici için TÜİK’in 2024 Eylül ayında açıkladığı yüzde 49,38’lik oran artık hiçbir anlam ifade etmiyor. Üretici, fiyatlarını düşüremiyor! Dolayısıyla bazı mevsimsel tarım ve gıda ürünleri dışında herhangi bir ürüne yansımayan enflasyondaki bu düşüş, vatandaş tarafından da hissedilmiyor.

Yoksulluğa karşı savaş 

DİSK-AR tarafından yapılan hesaplamalar, Türkiye’de asgari ücretle çalışanların, toplam istihdam edilenlerin yaklaşık yüzde 50’si oranında olduğunu gösteriyor. Kayıt dışı çalışanların yüzde 83,5’i, asgari ücrete bile erişemiyor! 

Grafik-2’ye baktığımızda, TÜİK verilerine olan güvensizlik biraz daha anlaşılır oluyor. Türkiye’de asgari ücretlinin, enflasyon üzerinde zam alarak refah içinde yaşadığı bir dönemi, en azından yakın dönem içinde ben hatırlamıyorum. Verilerdeki bu çelişkilere rağmen 2020 yılından itibaren enflasyon ve asgari ücret zam oranları arasındaki makasın, ücretler aleyhine hızla açıldığını görebiliyoruz. 

1970 model Amerikan yapımı uygulamalarla ekonominin düzlüğe çıkarılamayacağı artık çok net anlaşılmıştır! Bunu, ABD kendisi de başaramadı! Olmadı, olmaz da! Son günlerde, kulağımızı tırmalayan “savaş tamtamları” çalmakla, hiç ama hiç olmaz! “Şükür Endeksi”nin bile dip yaptığı böyle bir dönemde, sabırlar daha fazla zorlanmamalı! Israr ve inatla, bir savaşa girilecekse de bu, “Yoksulluğa Karşı Savaş” olmalı!

Kaynak:

Para Üzerine Bir İnceleme - J.M.Keynes Çeviri: Cihan Gerçek - T.İş Bankası Kültür Yayınları 8.Basım

21.Yüzyıl Para Politikaları – Ben S.Bernanke Çeviri: Deniz Kılınç – Scala Yayıncılık - Destekbank

Tüm yazılarını göster