Türkiye’de ekonomi dibe vurmuş durumda. Uygulanan bir yıllık programın işe yaramadığı görüldü. Buna rağmen hükümet programda ısrarcı. Faiz oranını ve vergileri artırarak sorunun çözüleceğini sanıyorlar. Ne yazık ki, bazı iktisatçılar da programı savunuyor. Bu kesimdekiler krizin ne kadar derin olduğunu görmüyorlar/görmek istemiyorlar. Seçimler, olmasa bu sorunların konuşulmasını dahi istemeyecekler.
Bu noktaya aşama aşama gelindi. 2007 yılında Ahmet Necdet Sezer yerine Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı olması ile devletin kurumsal yapılanmasındaki çözülme başladı. 2010 Anayasa değişikliği ve ardından yapılan 2011 yılı seçimleri sonrasında ekonomi krize doğru adım attı. 2017 yılındaki halk oylaması ile değişen Anayasa sayesinde de ülkenin rejimi başka bir yere savruldu. Ekonomideki krizin derinleşmesi de bu tarihten sonra daha da hızlandı.
Ekonominin yapısı ülkenin siyasal sisteminden, toplumsal kültüre kadar uzayan değerleri üzerinde belirleyicidir. Eğer altyapıya ekonomi dersek toplumun sahip olduğu değerlerde üstyapı olarak ele alınabilir ve altyapı üstyapıyı belirler.
Türkiye’nin 2002 yılından bu yana uyguladığı iktisat politikaları çoğu iktisatçı tarafından neoliberal politikalar olarak nitelendirilse de bu doğru değil. Çünkü 22 yıldır uygulanan iktisat politikaları neoliberal iktisadın ötesinde bir kimlik taşımakta. Zira neoklasik iktisat politikalarının bile kuralları var. Mali kural, enflasyon hedeflemesi gibi. AKP iktidarı, enflasyon hedeflemesi kuralını bile 2011 yılından itibaren aşındırmaya başladı. 2014 yılından sonra da fiili olarak vazgeçti.
Altyapının bozulmasının üst yapıyı da bozduğunun en güzel örneği Türkiye. Bu bozulma eğitimden, sağlığa, adalet kadar uzanmakta. Eğitimde dindar ve kindar nesil yetiştirme projesi çökmesine rağmen milli eğitim bakanı yeni “müfredat” (kendi ifadesi) ile projeyi sürdürme gayretinde. Hükümetin ülkeyi düze çıkarma konusunda niyeti olmadığı için, izlenen eğitim politikasının bırakın dindar nesli, ateist nesil yetiştirdiğini gördük. İzlenen iktisat, eğitim politikaları ve şeffaf olmayan, kuralsız yönetim biçimi sebebiyle ülkede her geçen gün artan suç oranlarının karşısında da buldukları çözüm daha fazla ceza evi yapmak oldu.
Polis Sayısı Artarken Suçlu Sayısı da Artıyor
2023 yılı verilerine göre Avrupa’da en fazla mahkûm sayısı 348 bin ile Türkiye’de. İkinci sıradaki İngiltere’de mahkûm sayısı 90 bin, Türkiye kadar nüfusa sahip Almanya’da mahkum sayısı sadece 58 bin. Türkiye’de 100 bin kişi başına 408 mahkûm ve tutuklu bulunmakta ve Avrupa’da ilk sırada. İkinci sırada 256 kişi ile Gürcistan, üçüncü sırada 244 kişi ile Azerbaycan var (veriler için bkz: https://wp.unil.ch/space/news/).
Türkiye’de suçlu sayısı fazla ancak polis sayısı da fazla. 2003 yılında 171 bin olan polis sayısı 2022 yılında 290 bin ulaştı. Böylece Türkiye dünyada en fazla polis sayısına sahip 10. ülke konumuna geldi. Üstelik bu rakama özel güvenlik elemanları (aktif çalışan 372 bin) ve Jandarma (222 bin) dahil değil. Bunları da eklediğimizde sayı 884 bine çıkmakta.
Güvenlik görevlisi (Polis, Jandarma, Özel Güvenlik Elemanı) artarken suç sayısı düşmedi. TUİK veri tabanında bu konudaki istatistikler 2011-2020 dönemi için verilmekte. Bu verileri kullanarak özet bir tablo hazırladım. Buna göre son 10 yılda ceza evine girenleri sayısı 3,5 kat, 2011 yılında 80.096 olan cezaevine giren hükümlü sayısı 2020’de 258.401’e ulaştı. Bu dönem de cinsel suçlar 6 kat, hırsızlık 6,5 kat ve uyuşturucu bulundurma suçu 10 kat arttı. Diğer suçlarda da benzer artış oranları söz konusu. Suç işleyen yabancı sayısı da bu dönemde 11 kat yükseldi.
Eğitimden, kamu yönetimine ve kamu yayıncılığına kadar, hemen her alanda yürütülen İslamcı-dinci onca uygulamaya rağmen 2002 sonrası ülke adeta suç arenası haline geldi. Ülkede bırakın milli ve yerli mafyayı uluslararası mafya kol gezmekte. Kadınlar üzerine kurulan baskı, kadını sürekli aşağılayan ve onu cinsel obje haline getiren bakış açısını yansıtan politikalar cinsel suçların 6 kat artmasına neden oldu. Bunun için rakama bile gerek yok, birkaç gazete başlığına bakmak yeterli.
Seçim sonrası içişleri bakanı olan Ali Yerlikaya nerede ise her gün bir tweet atarak çökertilen suç örgütlerini duyurmakta. Bu haberlere sıradan yurttaş doğal olarak sevinmekte. Fakat şu soruyu sormamakta: Ülkeyi 22 yıldır aynı parti yönetmekte. Bu suç örgütleri ne zaman kuruldu? Bu örgütler bu kadar güvenlik elemanı var iken nasıl büyüdü?
Bu soruların ilk yanıtı elbette ülkede uygulanan iktisat politikaları ve bu politikaların belirlediği toplumsal, siyasal güçlerin ülkeyi adeta suçlular ve suç örgütleri cennetine dönüşmesine seyirci kalması. Siyasetçilerin bir kısmı suç örgütleri ile aynı fotoğraf karesinde yer alması.
Önce gri listeye alınan sonra geçen ay çıkartılan Türkiye’nin suç ekonomisinden kurtulması kolay olmayacak. Maliye Bakanı gri listeden çıkmamızı müjdeler iken neden girdiğimizi söylemedi. Sanırım sayın bakan da halkın belleğinin denizdeki yoldaşları ile yüzdüğünü düşünmekte. Öncelikle halkın tamamı aynı belleğe sahip değil. Yanıtı biz verelim, hem de son başbakanın ağzından. Binali Yıldırımın 15 Ekim 2016 tarihinde İstanbul Finans Merkezi Temel atma törenin şöyle konuşmuştu: “"Finansman yani dünyadaki nakit para artık yeni adresler arıyor. Niye? Çünkü Amerika, Avrupa fazla sıkıyorlar. 50 tane soru soruyorlar. Bu parayı nereden aldın, nerede buldun, nasıl getirdin? İnsanlar da parasıyla rezil olmak istemiyorlar. Onun için İstanbul finansman için, yatırımcılar için, yatırımcılara kaynak için en ideal yer.”
Başka söze gerek var m?
Okuma Önerisi: İktisat ve Toplum Dergisi, Temmuz 2024, Özel Sayı: Sıkılaştırmadan Normalleşmeye